Categories
Kant Saf Aklın Eleştirisi

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi) Transz. Analytik I. I. III. §12 | “unum, verum, bonum” | § Ders 10

Geçtiğimiz derste (§ Ders 9) Kategorilerin nasıl kurulduğu üzerine konuşmuştuk. Buradan hareketle, “Kategorilerin Transzendental Deduktionu” başlıklı kısma geçmeden önce “12. Kısım” başlığı altında Kant’ın üzerine konuştuğu bir ara kısımdan bahsetmek istiyorum. (Bunu kısa ve ayrı bir ders olarak yapmak istedim çünkü Kategorilerin Transzendental Deduktionu zaten son derece ayrıntılı ve onu birkaç derse bölerek anlatmak gerekebilir.) B 113’te başlayan bu 12. Kısım aslında parantetik bir kısım diye düşünülebilir. Burada Kant Ortaçağ içerisinde yapılan çok belli bir işin aslında ne demeye geldiğini anlamağa çalışıyor ve bu işin felsefe tarihindeki alışılageldik bakıştan farklı olarak nasıl ele alınabileceğini soruşturuyor. Ortaçağda yapılan bu iş “varolanların transzendental yüklemlerini” ifade eden bir önerme ile açık edilmekte. Öncelikle bu önermenin ne olduğunu, Ortaçağdaki yerini (en azından bir çerçeve ile sınırlı kalarak diyesim Thomas Aquinas’tan hareketle yerini) ve önermenin Aristoteles’ten Thomas Aquinas’a nasıl taşındığını anlatmağa çalışacağım. Daha sonra metine döneceğim ve Kant’ın bu tartışmayı nasıl “inceltip”, önermeye olanaklı başka bir bakış getirdiğini sermeye çalışacağım. Böylelikle bu ders çerçevesinde yapmayı planladığımız iş -olabildiğince- bitmiş olacak. Böylece bundan sonra yapacağımız derste, Kategorilerin Transzendental Deduktion’u üzerine ayrıntıda konuşabileceğiz.

Ortaçağ içerisinde nesnelerin a priori yüklemleri diye sayılan üç tane “Prädikat” var: unum (bir), verum (doğru), bonum (iyi). Quodlibet ens “Her ne varsa…” ya da “Her bir Varolan…” “birdir” (unum), “doğrudur” (verum) ve “iyidir” (bonum). Bu önerme (Quodlibet ens est unum, verum, bonum = Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir) ne demeye geliyor? Nasıl kuruldu? Bu önermeyi Ortaçağ içerisindeki farklı düşünürlerden sözgelimi Albertus Magnus’tan, Don Scotus’tan ya da Thomas Aquinas’tan hareketle açmak mümkün. Biz Aristoteles’ten Ortaçağa geçişi de gösterebilmek için Thomas Aquinas üzerinden iş göreceğiz.

Quodlibet ens est unum, verum, bonum (= Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir) önermesinde yer alan bu yüklemlerin Ortaçağda ve özellikle Thomas Aquinas’ta nasıl ele alındığını kavrayabilmek için öncelikle Aristoteles’in “Ruh Üzerine” (Peri Psykhes) adlı yapıtına gitmek gerekiyor. Aristoteles bu yapıtında şöyle diyor:

“Ruh, bir biçimde, Varolanların (ta onta) hepsidir.”

Aristoteles, Peri Psykhes, 431 b 21

Bu ilkin şu demeye geliyor: bir biçimde Varolanların tamamını ruhta (zihinde) yakalamak mümkün. “Bir biçimde” vurgusu dikkat çekici. Bu “bir biçimde” Ortaçağda çok belli bir içerik ile ele alınacak. Ne ki “ruh, bir biçimde, Varolanların hepsidir, tamamıdır” derken Aristoteles şöyle bir şey söylemeye çalışıyordu: ruhta, (1) zihinden ayrı ya da zihnin dışında olduğu düşünülen, duyumsanan varolanların eidos‘larını/repraesentatio‘larını (temsil/tasarım) bulabilirsiniz (ne ki ruhta yalnızca duyumsanan varolanlar yok). (II) Yine ruhta, duyumsananlar (aistheta) dışında, düşünülenler (noeta) denilen Varolanlar da var. Düşünülenler de Varolan (to on) ve bu Varolanların asıl, upuygun yeri ruh/zihin. Düşünülenler zihnin dışında var değil. Duyumsanabilecek olanlar ise duyumsananlar olarak zihnin içerisinde var. Ne ki Aristoteles’e göre, duyumsarken yaptığım iş, zihnimin dışında diye düşündüğüm bir varolanı sözgelimi taşın kendisini olduğu gibi maddesi ile birlikte zihnime taşımak değil (nitekim bu olanaksız), yalnızca bu varolanın “eidos”unu zihnime almaktır. Duyumsanabilen bir Varolan olarak taşın kendisi ise her yeni ve olanaklı duyumsamanın nesnesi olarak, yitip gidene dek, zihinden ayrı varolmaklığını sürdürecektir. Düşünülebilenler ise zihinden ayrı bir varolmaklık sürdüremezler. Dolayısıyla biz ruhta “bir tarzda” tüm Varolanları yakalıyoruz: aistheta (duyumsananlar) ve noeta (düşünülenler). Ruhta duyumsananların kendileri yok (nitekim bunlar hyle ile, madde ile birlikte gidiyor ama zihin bu türden bir yapı değil) ama tasarımları, temsilleri (eidos) var, o halde duyumsananlar “bir biçimde” ruhta da var. Peki ya düşünülenler (noeta)? Onların tam da kendileri, kendi başlarına ruhta var ve bunların ruhtan bağımsız varolmaklıklarını sürdürmeleri de olanaksız. Varolanların tamamının bu çok özel tarzda, psykhe‘nin (ruh) varolmaklık tarzına göre bir araya gelmesi, psykhe‘nin, bir Varolan araştırması için de başlangıç noktası olduğunu apaçık sermekte. Nitekim biz Varolanların tamamını duyumsananlar alanında yakalayamıyoruz. Zihinde ise zihinden ayrı olan varolanların temsilleri/tasarımları var (eide hos aistheta), aynı zamanda zihinden ayrı başına hiçbir biçimde varolamayacak olan Varolanların da kendileri var (noeta). Varolanların tamamı bu biçimde zihnin içinde varsa —Varolana ilişkin Antikçağca bu bakış Ortaçağa aktarılmasında her ne kadar asıl içeriğinden sıyrılmış olursa olsun— Ortaçağ içinde ifade edilen “Quod libet ens…” (“Her bir Varolan…”) önermesinin Ortaçağ içerisinde ve özel olarak Thomas Aquinas tarafından nasıl ele alındığına Aristoteles’in bu savından hareketle bakmak gerekecek.

Eğer ruh bir biçimde Varolanların tamamıysa (nitekim belli türden varolanlar (noeta) yalnızca ruhun içerisinde bulunabiliyorlar ve dahası kimi öteki varolanların (aistheta) da temsilleri ruhta bulunuyor), o halde biz ruhtan hareketle, Varolanların “bir”, “doğru” ve “iyi” olmalarının ne demeğe geldiğini [Thomas Aquinas ile birlikte] soruşturabiliriz. Nitekim “Quod libet ens est unum, verum, bonum” (“Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir.”) önermesinde sözü edilen yüklemler her bir Varolan için düşünülür, ruh da “bir biçimde” Varolanların tamamıdır. İmdi dikkat edilmesi gereken şu: bu önermedeki “quodlibet ens” (“Ne varsa…” ya da “her ne Varolan olursa olsun…”) yine önermede sayılan yüklemlerin tamamını bir kerede ve olduğu gibi yüklenmemektedir. Önerme Aquinas’ın onu ele aldığı tarzda daha çok şöyle bir şey demek istiyor gibi görünüyor: her bir Varolan için şu üç yüklemden en az biri zorunludur: unum (birdir), verum (doğrudur), bonum (iyidir). O halde şunu sormamız gerekiyor: bu biçimde ele alındıkta bu önermede geçen hangi yüklem hangi türden Varolan için söz konusu olabilir? Nitekim bu önermede sayılan yüklemlerin tamamını olduğu gibi tüm Varolanlara iliştirmek, önermede ortaya koyulmaya çalışılan ayırımların gözden kaçırılması demeğe geliyor.

…”her bir Varolan ya birdir (unum), ya doğrudur (verum) ya da iyidir/tamdır (bonum/perfectum).” Varolanlar bu üç yüklemden en az birinin altında düşünülmelidir.

Biz ilkin duyumsanan Varolanları ele alalım ve bu önermedeki yüklemlerden hangilerinin ya da hangisinin duyumsananlar (aistheta) denilen Varolanlar için geçerli olabileceğini bulalım. Duyumsanan olarak zihinden ayrı diye düşünülen her bir Varolan birdir ve biriciktir (unum) ve her öteki şeyden farklıdır. Dolayısıyla duyumsanan Varolanlara baktığımda bunların (I) sayıca bir olduklarını ve (II) biricik olduklarını (tüm öteki Varolanlardan farklı olduklarını) yakalıyorum. O halde “unum” (“bir”) yüklemi her şeyden önce zihnin dışında varolduğunu ve zihinde birer temsil ya da tasarımlarının olduğunu yakaladığım Varolanlar için söz konusu. “Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir” derken bu üç yüklemin üçünün tüm Varolanlara gelişigüzel yüklenemeyeceğini, her bir yüklemin temel olarak belli Varolanlar için kullanıldığını belirttiydik. O halde önerme şu biçimde yeniden ifade edilmeli: “her bir Varolan ya birdir (unum), ya doğrudur (verum) ya da iyidir/tamdır (bonum/perfectum).” Varolanlar bu üç yüklemden en az birinin altında düşünülmelidir. “Unum” (birdir) yüklemi ise her şeyden önce duyumsanabilen nesneler (aistheta) için söz konusudur. Bunların her biri sayıca birdir (niceliksel birlik) aynı zamanda biriciktir (tüm öteki nesnelerden farklıdır).

Thomas Aquinas’ın Aristoteles’ten aldığı “ruh bir biçimde Varolanların tamamıdır” yollu savdan hareketle “Quodlibet ens est unum, verum, bonum” (“Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir”) önermesinin ne demeğe geldiğinin izini sürmeye devam edelim. İkincileyin ele almamız gereken Varolanlar, zihnin dışında bir varolmaklığa iye olmayan, ancak ve ancak zihinde varolabilecek olan varolanlar. Bunlara genel olarak “düşünülenler” (noeta) denilebilir. Sözgelimi nelik ifadeleri olarak “eidos”lar. (Yukarıda taşın “eidos”undan söz ederken “eidos” imge anlamında ele alındıydı, burada “eidos” başka bir anlamda kullanılmaktadır. O halde “eidos”un çok anlamlılığına işaret etmek zorunlu.) Şimdi biz her bir Varolan için ya da Varolan diye düşünülebilecek her şey için söz konusu olan ya da Ortaçağ içerisinde söz konusu olduğu düşünülen bu yüklemleri upuygun Varolanlarına iliştirmeğe devam edelim. Duyumsanabilir Varolanlar için kullanılacak “transzendental yüklem” “unum” (nitekim bunların her biri birdir ve biriciktir), ne ki eğer Varolan zihinde bir önerme ise, bir çıkarıma işaret ediyorsa bunun “verum” (doğru) [ya da yanlış] olması gerekir. Demek ki “doğru” yüklemi, zihinde, düşünmeğe ilişkin kimi Varolanlara yükleniyor. Bunlar önermelerdir. Aquinas önermelerin “verum” (doğru) olduğundan bahsediyor [1]. Dolayısıyla, Varolan önermeler olarak ele alndıkta, bunlara yüklenecek olan yüklem “verum” (doğru).

Üçüncüleyin bonum denilen yüklemin hangi Varolan ya da Varolanlara yüklenebileceğine bakacağız. Burada başka bir alana geçiyoruz. Bu alan Etik alan. Ortaçağ içerisinde bu yüklem, diyesim “bonum” (iyi) Aristoteles’te oreksis (iştah)[2] diye adlandırılan yetinin içi ve içeriği için kullanılıyor. Oreksis/Appetitus/İştah eğer belli bir şekilde içerikleniyorsa, belli bir şeye yöneliyorsa onun “iyi (bonum) olduğu söylenir. Bunu Kant’ta kadar götürmek mümkün (Bkz.: guter Wille: iyi isteme yetisi). Demek ki İsteme Yetisinin içeriğinin iyi olması gerekiyor ve “bonum” denilen transzendental Yüklem, Oreksis/Appetitus/İştah ile ilgili ve Etik alanın bir yüklemi. Epistemolojik alanın yüklemi ise biraz önce üzerine konuştuğumuz “verum” (doğru). Ontik alana geldiğim zaman diyesim zihinden ayrı başına varolduğunu düşündüğüm şeyler alanına geldiğimde, bunların transzendental yüklemi ise “unum” (bir). Nitekim bunlar sayıca birdir ve biriciktir. O halde Ortaçağ içerisindeki farklı bakışlardan yalnızca birinden, Thomas Aquinas’ın bakışından hareketle “Quodlibet ens est unum, verum, bonum” (Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir” önermesinin ne demeye gelebileceğini sermiş olduk. Buna göre “unum” (bir) ontik olarak; “verum” (doğru) epistemolojik olarak ya da “mantıksal” (=düşünme ile ilgili) olarak, önermeler ile ilgili olarak; “bonum” (iyi) ise etik alanın bir yüklemi olarak ele alınmış gibi görünüyor. Ne iyidir? Belli bir şekilde içeriklenmiş bir appetitus/iştah iyidir. İçeriği sizi belli bir yapıya götürecek olan iştah iyidir. Ne doğrudur? Çok belli bir şekilde ortaya koyulan bir önerme doğrudur. Peki biricik ya da bir olan ne? Tek tek, ayrı başına varolanlar birdir ve biriciktir. Demek ki Ortaçağ içerisinde bu yüklemler tek tek nesnelerin (varolmaklıkları farklı tarzda olsa bile) yüklemleri gibi ele alınıyor. Kant bize Ortaçağ içerisinde bu yüklemlerin “transzendental” yüklemler olarak ele alındığını söylemekte. Bu sözcük diyesim “transzendental”, “transzendenz” ile birlikte Ortaçağ içerisinde de kullanılmakta. Ne ki Kant’ın bu kavramlar arasında gördüğü ayırım Ortaçağda var değil. Kant şöyle diyor:

“İmdi bu ilkenin kullanımı, sonuçları bakımından (sonuçlar salt totolojik önermeler verdi) pek sefil bir durum ortaya koymuş olsa da -öyle ki şimdilerde o, Metafiziğin içerisine neredeyse yalnızca saygıdan ötürü, alışkanlıkla yerleştiriliyor- yine de bu kadar zaman kendisini korumuş bir düşünce, ne kadar boş görünürse görünsün, köküne ilişkin bir soruşturmayı her zaman hak eder…”

Kant, KrV, B 113

Unum, verum ve bonum yüklemlerine ilişkin, Ortaçağdan günümüze aktarılan ve Thomas Aquinas’ın son derece spesifik bakışından farklı daha genel bir bakış var. Buna göre, bu yüklemler nesneler arasında herhangi bir ayırım gözetilmeden ve alanlar arasında bir ayırım da yapmadan (ontik, epistemolojik, etik) nesnelerin tamamına yüklenebilir. Burada, her bir Varolanın, varolmaklık tarzından bağımsız bir biçimde bir “ens creatum” (yaratılmış olan) olduğu vurgulanmaktadır. Her bir yaratılan, diyesim Tanrı yaratısı olarak her bir şey “birdir, doğrudur, iyidir” denilebilir. Ne ki bu son derece geniş bakış, Kant’ın da belirttiği gibi pek çok saçma sonuç içermekte. Nitekim her bir Varolan bir, doğru ve iyi ise görülenler alanına gidildiğinde açıklanamayacak nice şey karşımıza çıkıyor. Sözgelimi herhangi bir nesnenin, ayrı başına varolan bir nesnenin doğru (verum) olması ne demeye gelir? Önermeler dışındaki öteki varolanlara doğru olmaklık nasıl yüklenebilir? Dahası görülenler alanında iyi (bonum) olmadığı apaçık kimi şeyler de var. Bunları nasıl ele almalı? O halde “Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir” yollu önerme olduğu gibi ontik bir biçimde ele alınırsa, bu üç yüklem zihinden ayrı başına bir varolmaklığa iye olan varolanlara yalınkat yüklenirse, pek çok saçma sonuç ortaya çıkıyor. Ortaçağ Teolojisi içerisinde tek hakikat (veritas) olarak düşünülen Tanrıdan gelen, ondan ötürü varolan şeyler, hakikat olan Tanrıdan pay aldıkları için “doğrudur” (verum) diye düşünülebilir ama yukarıda belirttiğimiz gibi ayrı başına varolan nesnelere “doğru olmak”ın yüklenmesi pek çok dert ortaya koymakta. Yine, iyilik bakımından sınırsız olduğu düşünülen Tanrıdan ötürü varolan şeyler, diyesim onun yarattığı şeylerin, ondan pay aldıkları için iyi (bonum) oldukları söylenilebilir belki ama yine, iyi olmadığını apaçık yakaladığımız pek çok şey var. O halde, bu şekilde ele alındıkta, saçma sonuçlarını kolaylıkla ortaya serebileceğimiz bir önerme olduğunu görüyoruz “Quodlibet ens est unum, verum, bonum”un.

Ne ki saçma sonuçları apaçık olmasına rağmen, Kant bu önermeye yeniden bakmak ve kendi ifadesi ile “yanlış tercüme edilen” (ibid.) bu önermenin aslında tam da ne demeye geldiğini yakalamak istiyor. Bu kadar uzun süre Metafiziğin içerisinde kendisine bir yer bulmuş ve saygı görmüş bir önermeden söz ediyoruz. Bu önerme kolaylıkla bir kenara atılamamış, hatta öyle ki saçma sonuçlarının ayırdında olunduğunda bile kendisine saygı gösterilmiş ve korunmuş. Demek ki bu önermede genel bakışın kaçırdığı bir şey var ve bu önerme “herhangi bir Anlama Yetisi kuralında temel bulabilir” (ibid.) Acaba bu yüklemler tek tek varolanların, “şeylerin transzendental yüklemleri” değil de “genel olarak şeylerin her bilgisinin mantıksal gereklilikleri ve ölçütleri” (B 114) olabilir mi diye soruyor Kant. Bu yüklemler, bir kavramın, bir de-finitio‘nun (tanım) nasıl kurulabileceğini bize veren Kriterium’lar ve bunların kökü Anlama Yetisinde (Verstand). Bu yüklemler bir biçimde Ortaçağ içerisinde ortaya koyulmuş, çoğu zaman da ontik olarak ele alınmış ama yine de bunlar aslında bir şey demeğe geliyor gibi görünüyor diyor Kant. O halde Skolastikler “transzendental” (her bir varolanın varolabilmesinin önkoşulu, olanaklılığının koşulu) olduğunu iddia ettikleri bu yüklemleri ifade etmekle ne yapmağa çalışıyorlardı, Kant ile birlikte buna bakalım. Saçma sonuçları olan bir önerme ortaya koymuş gibi görünüyor olsalar bile bunun arkasında tam da ne demeye çalışıyorlar diye soralım, nitekim bu önermenin dayandığı ve ona göre temellendirilebileceği sıkı bir alan olabilir. Kant’a göre önermeyi upuygun kavrayabilmek için yapmamız gereken ilk şey bu önermeyi ontik alandan epistemolojik alana taşımak [3]. Buna göre bu kavramlar (unum, verum, bonum) nesnelere yüklenen kavramlar olarak değil, nesnelerin kavramlarının kurulmasının ölçütü olarak ele alınmalı. Nesnenin kavramını kurmak için benim Anlama Yetisinin (Verstand) kurallılığından hareketle, Anlama Yetisinin kurallılığı ile örtüşecek biçimde iş görmem gerekiyor. Ortaçağda bu kavramları dile getirirken yapılan iş de Kant’a göre Anlama Yetisinin kurallılığını örtük olarak ve el yordamı ile ifade etmeğe çalışmaktan başka bir şey değildi. Ne ki Ortaçağ içerisinde bu önermenin işaret ettiği alan upuygun değildi. Dahası bu kavramlar eğer şeylere yüklenecek “transzendental yüklemler” olarak ele alınabilseydi bunlara Kategoriler demek zorunlu olacaktı. Nitekim Varolanların nesne olarak düşünülebilmesinin olanaklılığının koşulunu bize Kategoriler verir. Bundan ötürü onlara “transzendental yüklemler” diyoruz. Halbuki Kant’a göre biz Kategorilerin sayısını bu biçimde arttıramayız. Bir şeyin nesne olarak düşünülmesinin ön koşulu da ne niceliksel “birlik”tir (unum), ne doğru olmasıdır (verum) ne de iyi olmasıdır (bonum). Nesnelerin hem de genel olarak (überhaupt) nesnelerin değil, yalnızca Görünüşler (Erscheinungen) olarak nesnelerin transzendental yüklemleri ise Kategorilerdir. Ne ki genel olarak nesnelerin yani bizim için duyumsanması söz konusu olamayacak nesnelerin, bizim için görüsü kurulamayacak nesnelerin yüklemleri Kategoriler değildir. Kategoriler görüler dışında geçerli ve kullanılabilir değildir. Kategorilerin kullanım alanı sadece ve sadece Görünüşler (Erscheinungen) alanı ile sınırlıdır. Kant aslında bu kısımda bunu bir kenara koyarak hareket etmeğe çalışıyor çünkü nesnelerin kendileri (Dinge an sich) ve Görünüşler arasında Kant’ın yaptığı gibi bir ayırım, Ortaçağ içerisinde var değil. Genel olarak nesnelerin transzendental, a priori yüklemleri olarak şu üç kavramın diyesim unum (bir), verum (doğru) ve bonum (iyi) kavramlarının Ortaçağ içerisinde sayıldığı söylüyor Kant bize. Bu üç kavram bir önerme içerisinde ifade ediliyor. Bu önermeyi şöyle açmak mümkün: “Ne varsa, hangi varolandan söz ediyor olursak olalım, bu varolanın bir olduğu, doğru olduğu ve iyi olduğu söylenmeli.” Ne ki bu önermenin pek çok saçma sonucu var. Yine de Kant bu önermenin ne gibi bir doğruluğa işaret ettiğini bulmağa ve önermeyi upuygun alanına çekmeğe çalışıyor. Bu nasıl olacak? İlkin yapmamız gereken şu: bu önerme içerisinde ifade edilen yüklemleri şeylerin, nesnelerin (şeylerin kendilerinin ya da Görünüşler olarak nesnelerin) yüklemleri olarak ele almayalım, bu sayılan kavramları bilginin kurulmasında düşünmenin gerektirdiği birtakım ölçütler (Kriterien) olarak ele alalım. Bir kavramın, bir definitio‘nun (=tanım) nasıl kurulması gerektiğini gösteriyor bize şu üç kavram: Einheit (Birlik), Wahrheit (Doğruluk) ve Vollständigkeit (Tamlık)[4] [5].

Einheit (Birlik)

O halde ilkin “Birlik“ten (Einheit) başlayalım. Nesnelerin kavramları için söz konusu olan bu yüklemlerden hareketle bir tanımın nasıl kurulduğuna bakacağız. Üzerine konuştuğunuz nesne her ne ise, bu nesnenin kavramının tam da bu nesneden hareketle sınırlandırılıyor olması gerekir. Bir tanım ortaya koyarken, hangi nesne üzerine konuşuyorsak, nesnemizin kavramı sadece ve sadece bu nesneyi imlemeli. Bir nesne üzerine konuşurken, öteki nesneleri ve bu öteki nesnelerin özelliklerini de hesaba katacak biçimde konuşamayız. Tam da o nesneyi o nesne kılan şeyler neler ise, bizim definitio‘muzun (=tanım) ve Begriff‘imizin (=kavram) içerisinde bunlar olmalı. Başka bir nesneye -tam da o nesnenin yapısını kuran özellikler göz önünde bulundurulduğunda- ait ne varsa benim o nesneye ilişkin kavramımın içerisinde olmamalı. Benim şu biricik nesneye ilişkin kavramımın, nesnenin öteki nesnelerden onlar aracılığıyla ayrılacağı özellikleri (Merkmale) içeren bir kavram olması gerek. Demek ki kavramımın bir conceptus vagus (=muğlak kavram) olmaması gerekiyor. Muğlak kavram şu demek: bir kavram altında düşünülebilecek belli özelliklere iye olan nesnelere değil de çok farklı özelliklere iye olan nesnelere, sanki bu farklı özellikler farklı değilmiş gibi işaret eden kavram; ya da bir kavramın bütünlüğünü ihlal eder tarzda, farklı özelliklere iye olan nesnelere gönderide bulunan kavram. Kurduğumuz kavramın bu türden bir kavram olmaması gerekiyor. Kavramın hangi nesne üzerine konuşuyorsak sadece onun özelliklerini içermesi lazım. Kant bunu Einheit (Birlik) olarak ifade ediyor. Bu ne demek? Tam da şu: Kavramın bir Bewußtsein[6] içerisinde düşünülmesi gerekiyor. Bir kavramı bir Bewußtsein içerisinde yakalamak, kavramı bütünlüklü olarak, biricik olarak belirlemek demeğe geliyor. Kavramın ya da genel olarak bir tasarımın, bir Repraesentatio‘nun bir Bewußtsein içerisinde tutulması, bir Bewußtsein‘a getirilmesi, ona bir biriciklik yüklenmesi demeye gelir. Dolayısıyla burada söz konusu edilen şey: tasarımın bütünübir biçimde toparlanması ve ona biriciklik yüklenmesi. O halde bir kavramın her şeyden önce bir Birliğinin (Einheit) olması gerekiyor. Kavramdaki Birlik, kavramın içerisinden çıkartılacak tanımın, kavram tam da neyin kavramı ise onunla ilgili olması, kavram neyin kavramı ise o nesneye gönderide bulunması ve başka türden nesnelere gönderide bulunmaması demektir. Demek ki Einheit (Birlik) bir nesnenin kendisinin transzendental yüklemi değil, nesnenin kavramının yüklemidir. Bu, kavramda bir Bewußtsein ve belli türden bütünlük arama işidir. Kavram sadece hangi nesne ile ilgili ise o nesnenin özelliklerini içermeli ve başka bir nesneye gönderide bulunmamalı. Yani kavramın sınırlarının belli olması gerekiyor.

Wahrheit (Doğruluk)

İkincileyin, bu kavramı biraz deşmeğe başladığımızda, bu kavramın üzerine düşünmeğe başladığımızda, bu kavramdan harekete doğru sonuçlar ortaya çıkıyorsa (bu kavramın sonucu (Folge) olan önermeler doğru ise) ve bu kavramdan hareketle kurduğunuz pek çok doğru önerme varsa kavrama ilişkin bir doğruluk (Wahrheit) yakalamış oluyoruz. Doğruluk, kavramdan hareketle ortaya koyduğumuz önermelerin doğruluğudur; Birlik (Unitas) içeren yani çok belli türden nesnelere gönderide bulunan bir kavram ele alındığında, bu kavramın sonucu diye düşünülen diyesim bu kavramdan hareketle ortaya koyulabilen önermelerin doğruluğudur. Demek ki doğru olan (verum), kavramdan hareketle ortaya koyulan önermeler ile ilgili. Bu önermelerin kavramdan hareketle birer sonuç önermesi olarak kurulumu, kavramı doğrudan analysis‘e tabi tutmanız ve kavramın içerisindeki çok katlılığı sermeniz demeğe gelmiyor. Burada, Kant’ın deyişi ile kavramı bir “Büyüklük” (Größe) olarak ele almıyoruz. Kavramı bir “Büyüklük” olarak ele aldığımızda, kavramın içerisindeki özelliklerden söz ediyor olacaktık. Kavramın içerisindeki özellikler, kavramın içerisindeki kavramlar (yani kavramın içerisindeki çok katlılık) analysis ile dışarı çıkartılabilir. Halbuki burada Doğruluktan anladığımız, kavramın birliğinden ve sınırlılığından hareketle bu kavram üzerine düşünüldüğünde, ortaya koyulan sonuç önermeleri ve bu önermelerin hep doğru olduğunun çıkartılması işidir. O halde doğruluk (Wahrheit), kavramdan hareketle ortaya koyulan sonuçlarla ilgilidir. Peki bu bizim ne işimize yarıyor? Eğer bir birlik, sınırlılık imleyen kavramdan hareketle ortaya koyduğumuz önermeler doğru ise biz bu kavramın objektive Realität‘i (nesneye ilişkin gerçeklik) olduğunu söyleyebiliriz. Bu şu demeye gelir: kavramımız haklılıkla kullanılabilecek bir kavramdır; dahası böyle bir nesnenin olduğundan bahsedebiliriz. Kavramdan hareketle, böyle bir nesnenin olanaklı bir nesne olduğunu hatta etkinlikle de varolabilecek bir nesne olduğunu bu yolla söyleyebiliriz. Nitekim bu kavramdan hareketle ortaya koyduğumuz sonuçlar bir çelişki içermemektedir. Kavramın sınırlılığından hareketle ortaya koyduğumuz sonuçlar (Folge) doğru ise, bu kavram, düşünülemez bir şeye (res) sözgelimi bir nihil negativum‘a/ Unding‘e/ non-res‘e işaret etmemektedir. Peki hangi kavram Kant’a göre bir nihil negativum/Unding/non res olabilir? Örneğin Newton’un mutlak anlamda varolan uzayı (absolute space). Newton’un kullandığı bu kavrama baktığımızda, bu kavramda ilkin bir Birlik (Einheit) var gibi görünüyor. Devam edip bu kavramın sonuçlarına yani bu kavramın içerisindeki tanım ifadesinin bizi ne gibi sonuçlara götürdüğüne baktığımızda ise şunu göreceğiz: Burada sözü edilen, yer kaplayan şeylerin yer kaplayabilmeleri için varolması gereken, kendi başına, mutlak anlamda varolan ne ki duyumsamaya çarpmayan bir uzay tasarımı. Varolmaklığı zihne bağlı olmayan, ayrı başına varolabilen ama duyumsama yetisini etkilemeyen bir uzay tasarımı son derece problemli. O halde, “mutlak anlamda varolan uzay” kavramından hareketle ortaya koyduğumuz sonuç önermeleri kimi çelişkiler içermekte. Bu definitio‘dan (tanım) hareketle bir çelişki yakalıyorsak bu şu demeye gelir: bu tanımı içeren kavram kabul edilemeyecek bir kavramdır ve bu kavramın bir objektive Realität‘i (nesne özgü bir gerçeklik) yoktur. Bu yalınkat şu demeye gelir: böyle bir nesnenin olduğunu, böyle bir res‘in olduğunu söyleyemem. Demek ki bütünlüklü bir biçimde kurduğunuz, Birlik içeren bir kavrama ilişkin bir definito ortaya koyduktan sonra, bu tanımın bizi götürdüğü sonuç önermelerine baktığımızda, bu kavramın objektive Realität‘e (nesneye özgü bir gerçeklik) iye olup olmadığını göreceğiz. Yani bu kavram altında düşünülebilecek bir nesne hakikaten var mı, bunu göreceğiz. Newton’un mutlak uzay kavramından hareketle ortaya koyduğumuz sonuç önermeleri bize şunu gösteriyor: bu kavramın objektive Realität‘i yok; böyle bir nesne var değil, dolayısıyla bu bir non-res (olmayan bir şey).

Demek ki biz şu üç kavramla diyesim Birlik, Doğruluk ve Tamlık ile bir tanımın (definito) nasıl ortaya koyulabileceğini gösteren bilgi ölçütlerinden (Erkenntniskriterium) söz ediyoruz. İkinci kavram yani Doğruluk (Wahrheit) üzerine ayrıntıda konuştuk. Şimdi Tamlık’a (Vollständigkeit) geçelim.

Tamlık (Vollständigkeit)

Bir tanım (definitio) oluşturduktan sonra, diyesim bir kavram ortaya koyduktan sonra, bu kavramdan hareketle düşünülebilecek olan sonuç önermelerini sınama işinin Doğruluk (Wahrheit) ile ilişkili olduğunu; ortaya çıkan bu sonuç önermelerine doğru ya da yanlış denildiğini, dahası bu önermelerin kavramın upuygunluğunu da sınamaya yaradığını yukarıda belirttik. Bu işi yaparken diyesim bir kavramdan hareketle sonuç önermeleri ortaya koyarken göz önünde bulundurmamız gereken başka bir şey daha var: bu kavramın peşi sıra diye düşünülen doğru sonuç önermelerini ayrıntıda sermek. Nitekim bu doğru önermelerin bir alanı (Umfang) var ve bu alanın tam (perfectum) doldurulmuş olması gerekiyor, yani bu kavramdan hareketle ortaya çıkan sonuç önermelerinin bütünlüklü bir şekilde, tam olarak (perfectum/teleion) ortaya koyulması lazım. İmdi biz bu tamlığın etkinlik halinde olduğunu nasıl yakalayabiliriz? Hangi aşamada ve ne zaman bir kavramdan hareketle ortaya koyduğumuz sonuç önermeleri bir tamlığa erişir? Dahası biz ortaya koyduğumuz önermenin bu kavramla ilişkili olup olmadığını nasıl anlayacağız? Yanıt: Ortaya koyduğumuz sonuç önermeleri, olduğu gibi kavramın sınırlılığı ve Birliği (Einheit) ile örtüştüğünde. Demek ki bu sonuç önermelerinin izi sürüldükte kökü kavramda bulunmalı. Kavramdan hareketle düşündüğümüz, açtığımız, synthetik olarak serdiğimiz tüm sonuçlar öyle bir niceliğe erişmeli ki bu kavramdan hareketle ortaya koyulabilecek tüm doğru sonuçlar eksiksiz serilmeli. Dahası bu sonuç önermelerinin temeli (Grund) hep kavramın kendisi olacak. Kavramın sınırlılığının ihlal edilmemesi gerek. Kavramın Birliği (Einheit) ve biricikliği bir temel (Grund) olarak, kavramdan hareketle ortaya koyabileceğimiz sonuç önermelerinin olanaklı alanını verecek ve bu alanın ne kadar geniş olması gerektiğine işaret edecek.

Aristoteles ile Kant: apodeiksis (tanıtlama), ti estin (nedir); Einheit (Birlik), Wahrheit (Doğruluk), Vollständigkeit (Tamlık)

Bu üç kavramı (unum, verum, bonum/perfectum) Kant’ın nasıl ele aldığına ayrıntıda baktık. “Her bir Varolan birdir, doğrudur, iyidir.” önermesindeki bu kavramları, ayrı başına varolan bir şey (res) yerine bir kavrama yükleyelim, düşünülen bir şeye yükleyelim derken yaptığı iş aslında Ortaçağ düşünmesini felsefece “kurtarmak” işi gibi görünüyor. Ortaçağda yapılan işi bir kenara atmak, hemencecik “çürütmek” yerine bu işin temelinde nasıl bir doğruluk olabileceğine bakıyor Kant. Bu üç kavramı bilgi ölçütü olarak ele aldığında ve bir kavramın kurulması sürecinin uğraklarını bunlardan hareketle gösterdiğinde aslında Antikçağca bir yapıyor. Nasıl? Aristoteles’in episteme‘nin nasıl kurulduğuna ilişkin açıklamalarına bakarsak ya da bir episteme‘yi nasıl kurduğuna bakarsak bu benzerliği yakalayacağız. Buna göre, Kant’ın bir definito‘nun (tanım önermesi), bir kavram içeriğinin nasıl kurulması gerektiğine ilişkin savları, Aristoteles’in ti estin‘den (nedir) hareketle apodeiksis ile episteme‘nin nasıl kurulacağına ilişkin ortaya koyduğu savları ile bir paralellik içerisinde görünmektedir. Bu iki düşünür diyesim Aristoteles ile Kant, birbirlerinden bu bakımdan habersiz olsalar bile ortak bir zemin üzerinde durmaktalar.

Aristoteles şuna işaret ediyor: Bir felsefece araştırmada genel kanılar dialektike denilen methodos ile sınandıktan sonra kendisinden hareketle iş göreceğimiz bir tanım önermesine ihtiyaç var. Aristoteles’in hemen her yapıtında bu tarzda iş gördüğünü söyleyebiliriz. Bunlardan bir tanesi burada tartıştığımız şeyi açık kılmada yardımcı olabilir: sözgelimi “Ruh Üzerine” başlıklı yapıtta yürüttüğü soruşturma. Bu soruşturmaya giriştiğinde ilkin kendisinden önce gelen düşünürlerin ruha ilişkin savlarını enine boyuna sınıyor (dialektikte) ve bu sonuç önermelerinin arka planında, kendi soruşturmasına katmağa değer doğru öncüller ya da üzerine basabileceği kimi doğru önermeler var mı diye bakıyor. Aristoteles’ten önce gelen düşünürlerin bu savlarında yanlış önermeler olduğu gibi, bu sonuç önermelerinin arka planında doğru temel önermeler de var. Bunlardan hareketle Aristoteles Ruh Üzerine adlı yapıtının ikinci kitabının hemen ilk kısmında bize Ruh’un tanımını veriyor. Araştırmasının hemen başında ruhun “ti estin”ini (nedir) ortaya koyuyor. Ruhun tanımı/definitio‘su/ti estin‘i şu: “Ruh, araç olan kısımlara iye olan, olanak halinde canlılığa iye olan bir doğal nesnenin ilk tamamlanmasıdır (prote entelekheia).” (412a 28 vd.) Ne ki Aristoteles bize ruhun tanımını, bu tanım ifadesini verdiğinde daha soruşturmasının başındadır ve bizim için ruhun ne olduğu henüz hiçbir biçimde açık değildir. Demek ki tanım (definitio) oluşturmak ya da us ile “ti estin”i vermek “teknik” bir iştir. Tanım bir kere oluşturulduğunda, araştırma asıl anlamda tekrar başlar ve bu “ti estin”den (nedir) hareketle apodeiksis (tanıtlama) denilen methodos ile bu tanım önermesinin peşi sıra gelen önermeler serilir. Aristoteles bunlara symbebekota (ilinekler) diyordu. İlinek burada şu demek: bir şeyin peşi sıra gelen şey. Burada ilinekler olarak doğru önermeler, bir tanım ifadesinin peşi sıra geliyorlar. Ancak bu tarzda, ruha ilişkin episteme ortaya koyulabilir. Tanım vermek bir şeye ilişkin sapasağlam bilgi kurmak demeğe gelmez, bir definitio ile, ti estin ile kişi bir şeyin ne olduğunu sıkı biçimde kavramaz. Ruhun ne olduğuna ilişkin episteme, Aristoteles’in Ruh Üzerine adlı yapıtının ikinci kitabının hemen başında, ruhun tanımını bize verdiğinde kurulmuş olmuyor. Böyle olsaydı yapıtın burada sonlanması gerekirdi. Ne ki böyle yapmıyor, aksine şimdi bu tanımın üzerine başkaca gidelim, tanımın her bir kısmına yeniden bakalım, bu tanımın içerisindeki her bir uğrağın diyesim her bir kavramın bana düşündürdüğü şeyleri ortaya koyalım diyor. Tıpkı Kant’ın da işaret ettiği gibi Doğruluk (Wahrheit) da ancak ve ancak böyle ortaya koyulabilir; episteme ancak böyle ortaya koyulabilir.

5743. Bir şeyin bilgisi için şunlar gerekli: 1. Kavramda (nesnede) birlik, öyle ki kavram belli bir nesneden başka öteki nesneleri tasarlamamalı. Conceptus vagus (muğlak kavram). Geri kalan her şeyden ayrılma. 2. Bu birliğin belirlemesi olarak bir ayırdına varmada bir araya getirilmiş Çokluk ya da Doğruluk. 3. Birlik aracılığıyla belirlenen Çokluk olarak Tümlük, ya da Tamlık.” Kant, El Yazmaları, 5743.

Nitekim episteme, apodeiktik bir heksis‘tir; apodeiksis ile kurulan bir yapıdır. Bu şu demeğe geliyor: Bir “nedir” ifadesinden hareketle kurulan ayrıntılı bir yapı. Dolayısıyla ruhun ne olduğunu sıkı biçimde kavramak isteyen kişi için ruha ilişkin tanım asla yeterli olmayacaktır. Ruhun ne olduğu konusunda sağlam bir yerde araştırmasını sonlandırmak isteyen (epi-stenai) yani episteme kurmak isteyen kişi, Ruhun bu tanımından hareketle (-apo), bu tanımın peşi sıra gelen doğru önermeleri de apaçık sermesi, göstermesi (-deiknymi) gerekir. Ne zaman ki bu önermeler belli bir niceliğe ulaşır ve soruşturmayı yürüten kişi artık bu kavrama ilişkin ortaya serilebilecek savları tüketir, o zaman soruşturma tamamlanır, tam olur (teleion) bir tamlığa (Vollkommenheit) erişir. Apodeiksis‘in nerede son bulacağı ve bir felsefece soruşturmanın sınırının nerede çekileceği, ancak ve ancak bir de-finitio‘dan hareketle yakalanabilir. Tanım (definitio, ti estin) neliği gereği “sınır çizer”. Tanımlama işi bir sınır çizme işidir. Tanımın çizdiği sınır yalnızca kavramın içeriğine ilişkin bir sınır değildir, tanım ifadesi kendisinin peşi sıra gelebilecek tüm doğru önermelere de bir sınır çizer; dahası bir felsefece soruşturmanın sınırlarını da kök biçimiyle bir definitio/ti estin‘de buluruz. Definitio/ti estin (tanım) felsefece bir son değil bir başlangıçtır. Bir definitio‘dan/ti estin’den hareketle ortaya koyduğum sonuçlar synthesis ile ya da apodeiksis ile ortaya koyulur. Bu şu demek: Kavram kendi içerisindeki temel tanım ifadesinde, olanak halinde, pek çok yeni bilgi taşır. Ne zaman ki bir felsefeci tanımı upuygun kurar ve üzerine felsefece yeniden gider, diyeceğim bu tanımın tam da ne demeğe geldiğini ve bundan hareketle neler söylenebileceğini düşünmeğe çalışır, o zaman felsefe soruşturmasında bir tamlığa (Vollkommenheit) erişmenin ilk ışığı onun için yanmış olur.

Dolayısıyla bu yüklemler (unum, verum, bonum/perfectum) nesnelerin transzendental yüklemleri değildir. Bunlar bize bilginin nasıl kurulacağını, bir kavramdan hareketle bilginin nasıl oluşturulacağını gösteren Kriterium‘lardır. Demek ki bu kavramlar bize düşünmede nasıl ilerlenebileceğini gösteriyor. Kant da bunların “logisch” (“mantıksal”=düşünmeğe ilişkin) olduklarını ve Anlama Yetisinin bir kurallığına işaret ettiklerini söylüyor (B 114).

Burada son olarak şunu söylemek mümkün: Ortaçağın yaptığı iş Antikçağın yaptığı işi ne kadar “rayından çıkartırsa çıkartsın” bir başka yüzyılda, bir başka Geist geliyor ve Felsefenin içerisinde kalarak, yapılan işi yeniden felsefece kılabiliyor. Bu da müthiş bir şey gibi görünüyor!


[1] Bkz. Thomas Aquinas, De Veritate 1. Aristoteles de “to on hos alethes kai pseudos”: doğru olan ve yanlış olandan söz ediyor ama bunların “transzendental yüklemler” olduğunu söylemiyordu. Ne ki önermelerin de birer varolan (to on/ens) olduğu yollu savın kökü Aristoteles’te aranmalı.

[2] Bu kavramın Ortaçağda ve 17. & 18. yüzyıldaki kullanımları: appetitus, Begehrungsvermögen.

[3] “Ontik” Kant’ın değil, Heidegger’in kullandığı bir kavram ne ki biz burada Kant’ın yaptığı işi anlamağa çalışırken bu kavramı kullandık.

[4] Kant burada bonum sözcüğü yerine bu sözcüğün çok belli bir anlamından hareketle perfectum sözcüğünü kullanıyor.

[5] Kant’ın kavramları “ontik” alandan epistemolojik alana taşırken bunları artık birer sıfat olarak değil Substantiv olarak kullandığını görüyoruz. Nitekim kendisi de “pek çok sözcüğün tekil olarak kullanıldığında, çoğul kullanımındakinden farklı bir anlama iye olduğunu; tekil kullanımda biçimsel (formaler), çoğul kullanımda ise içerikli (materialer) anlamda kullanıldığını” söylüyor ve ekliyor: “Bu sözcükler Birlik (Einheit), Tamlık (Vollkommenheit), Doğruluk (Wahrheit) ve Olanaklılık’tır (Möglichkeit)… “Birlik, tekil olarak kullanıldıkta niteliksel, çoğul olarak kullanıldıkta nicelikseldir…” Doğruluklar, “doğru önermelerdir”, Doğruluk ise “bizim nesneye ilişkin bilgimizin nesne ile örtüşmesidir”. Ayrıntı için bkz.: Acht kleine Aufsätze, 7: Über formale u. materiale Bedeutung einiger Worte (VIII 171 f.)

[6] Bu kavram Türkçe’de çoklukla -talihsiz biçimde- “Bilinç” olarak karşılanmakta. Leibniz’in kullandığı “l’apperception” kavramını Kant da Almancada kimileyin Apperzeption olarak kimileyin ise Bewußtsein olarak kullanıyor.

Categories
Kant Saf Aklın Eleştirisi

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi) Anlama Yetisinin Saf Kavramlarını Yakalamak İçin Üç İpucu | § Ders 9

Kategoriler denilen, Anlama Yetisinin içerisinde eksilmez ve artmaz mutlak bir Birlik (Einheit) olarak bulunan, Anlama Yetisi kendilerinin “doğum yeri” (Geburtsort) olan bu kavramların yapısını apaçık sermemiz gerekiyor. Nasıl ortaya çıkıyorlar?

Bugün aslında daha önce yaptığımız derslerin devamı niteliğinde bir ders yapacağız. Bugüne kadar bu yapıtın (Saf Aklın Eleştirisi) içerisinde belli bir yere kadar geldiydik. Transzendental Mantık’ın Giriş kısmını yapmıştık. Giriş kısmının içerisinde de farklı kısımlar vardı, bunların da üzerine konuştuyduk. “Giriş”ten sonra “Kavramların Analitiği” başlığı altında bir kısıma geçiyor Kant. Bu, Transzendental Mantık kısmının aslında ilk temel kısmı yani bir “Hauptstück” (Temel Kısım) olarak biz “Kavramların Analitiği”ni görüyoruz. Şimdi bu iş nereye gidiyor, Kant tam olarak ne yapmağa çalışıyor? Bir yandan bunun çerçevesini çizmeğe çalışacağım, bir de “Kategorileri/Anlama Yetisinin Saf Kavramlarını Keşfedebilmek için Üç İpucu” başlığı altında spesifik bir kısım üzerinde duracağım. İpucu sözcüğü aslında boşuna kullanılmış bir sözcük değil gibi görünüyor çünkü bu kısımların içerisinde biz doğrudan doğruya ve açıklıkla Kategorilerin nasıl kurulduğunu tam yakalayamıyoruz. Bu yakalayabilmek için hem yapıtın içerisindeki kimi başka kısımlara gitmemiz gerek. Kant başlığı “Kategorilerin “Ursprung”u (Kaynağı, Kökeni) Üzerine” diye atmış ve bunların kaynağını keşfedebilmemiz için bize üç ipucu veriyor. Ne ki açıklıkla bize Kategorilerin tam nasıl kurulduğunu söylemiyor. Kategoriler her şeyden önce birer tasarımdır (Vorstellung) ve bunların ne türden bir tasarım olduğunu sorduğumuzda yanıt şu şekilde olacaktır: Kavram (Begriff). “İçerik bakımından hiçbir kavram analytik olarak ortaya çıkamaz…” (Kant, KrV, B 103) Her kavram -en azından içerik bakımından- synthetik olmak durumdadır diyesim bir synthesis ile kurulmak durumundadır. Kavramlar (Begriffe) bir araya getirilmiş ürünlerdir. Bunun ne demeye geldiğinden ayrıntıda bahsedeceğim. Dolayısıyla her öteki kavram gibi, yani empirik olan kavramlarda nasıl ise, Kategoriler denilen, Anlama Yetisinin içerisinde eksilmez ve artmaz mutlak bir Birlik (Einheit) olarak bulunan, Anlama Yetisi kendilerinin “doğum yeri” (Geburtsort) olan bu kavramların yapısını apaçık sermemiz gerekiyor. Nasıl ortaya çıkıyorlar? Bu kavramların kaynağı Verstand yani Anlama Yetisi ve Kant bize bunların bir biçimde, duyumsamaya ya da deneyime gitmeden kurulan kavramlar olduğunu söylüyor. Oniki (12) tane kategori var. Niçin oniki? Niçin bunları bir tablo içerisinde dört (4) başlık altında inceliyor? Kategoriler denilen kavramların her birinin içeriği diğerinden nasıl farklı olabiliyor? Hangi bakımdan bu kavramları birbirinden ayırıyoruz? Nasıl ayırıyoruz? Burada zihinde hangi işlemler (Funktionen) olagelmektedir? Bunlardan bahsedeceğiz.

Aslında “Üç İpucu” yerine üç uğraklı bir ipucu da diyebiliriz çünkü bunlar birbirlerine eklemleniyor ve bir, tek ipucunun üç ayrı uğrağı olarak da düşünülebilirler. Bu üç ayrı ipucunun ya da burada göstermeye çalıştığı, birbirine bağlı diye düşünülen, tepeden bakıldıkta bir tek ipucunun izi sürüldüğünde bu bizi nereye götürüyor? Nereye gitmemiz gerekir? Bu ipucunu (ya da ipuçlarını) biz nasıl kullanacağız? Nasıl kullanabiliriz? Bunlardan ve dahası Kategorilerin nasıl “keşfedildiğinden” bahsedeceğiz.

Şimdi bu aslında büyük bir dert çıkarıyor. Sıklıkla dile getirilen kimi ezberler: 12 tane Kategori var, Anlama Yetisi var; nasıl ki Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) içerisinde Saf Bakma Kalıpları varsa, Anlama Yetisinin içerisinde de Saf Kavramlar var. Ne ki duyumsama yetisine ve bu yeti içerisindeki saf bakma kalıplarına (Uzay ve Zaman) baktığınızda ve bunlara ilişkin “niçin bu iki bakma kalıbı var da başka bir bakma kalını yok?” diye sorduğunuzda, Kritik içerisinde şunu yakalayacaksınız: Bu soru Kant’a göre yanıtı verilebilir bir soru değil. Bu böyle. Yapımız gereği bizde, Uzay ve Zaman denilen iki tane saf bakma kalıbı var. Bunlar aracılığıyla biz “intuitus” yani Görü oluşturabiliyoruz. Bu bakma kalıplarının sayısı niçin daha az ya da daha çok değil? Bilemiyoruz. Bilgimizin sınırı pek çok başka yerde olduğu gibi burada da keskince çizilmekte. Kategoriler ile ilgili olarak ise şu söylenebilir: Biz bunları öyle bir tarzda kuruyoruz ki bunlardan oniki tane ortaya çıkıyor. Ne ki kategorilerin içerikliğinin biricikliğinin niçini Felsefe Tarihi içerisinde, Kant’tan sonra gelen düşünürleri de aslında zorlamış bir soru. Sözgelimi Martin Heidegger bu soru üzerine epey kafa yoruyor ve sadece burada Kant’ın bize verdiği ipuçları ile bizim Kategorilerin tam da kaynağını keşfedemeyeceğimizi söylüyor. Burada epey problemli yer var. Bunları sermek istiyorum. Ayrıca metnin başka kısımlarına da gideceğim. Biz Kategorilerin kaynağını yakalamak istiyorsak, zorunlulukla metnin başka kısımlarına gitmek durumundayız. Bunlardan bir tanesi “Şematizm” (Schematismus) diye adlandırılan kısım. Kant’ın kendisi de El Yazmalarında (Handchriftlicher Nachlaß) bu bölümü diğer bölümlerin üstünde tuttuğunu ve çok daha önemli gördüğünü söylüyor.

Kategoriler ile ilgili problemleri şu şekilde sırayalabiliriz:

  1. Kategorilerin nasıl kurulduğu problemi: Kategoriler birer kavramdır (Begriff) dolayısıyla synthetik yapılardır. Dolayısıyla bizim bu synthesis’in ve bu synthetik yapının nasıl kurulduğunu; kategorilerin nasıl kurulduğunu yakalamamız lazım.
  2. A priori Bağlantı Problemi: Kategoriler Görünüşleri Yargıgücü (Urteilskraft) aracılığı ile kalıplar. Başkaca ifade edildikte, Kategorilerin altında Görünüşler düşünülür. Nasıl oluyor da benim Anlama Yetimin içerisindeki bu kavramlar ile, bu oniki saf kavram ile şu Görünüşler alanı bir biçimde uyuyor? Hangi Kategorinin altına hangi görünüşün getirileceği; tek tek durumlarda hangi kategori ile hangi Görünün düşünüleceği hiçbir biçimde gelişigüzel kotarılan bir iş değildir. Ne ki bu bir problem ve bunun Kant tarafından metinde nasıl hesabının verildiğini görmemiz gerekiyor. (Kant, Kategorilerin Görünüşler üzerinde nasıl kullanıldığı sorusunu Dissertatio’da sessiz kalarak geçiştirdiğini söylüyor. Nitekim bu dönem henüz bu konuyu çözememiştir.) Bir Kategorinin altına bir Görünün nasıl getirildiği meselesi yani “Subsumption” ya da Kategori altında tanıma işi de Kavramların kurulması ile ilgili. Bu yüzden, bir kavram ne demeye gelir, kavram nasıl kurulur, kavramın görüden farkı nedir sorularının yanıtının, hem 1. hem de 2. problemi çözebilmek için verilmesi gerekmekte.

Birinci İpucu

Kant’ın kendisi de aslında tam bunu yapıyor. Öncelikle bize birinci ipucunda şunu gösteriyor: bir kavram nedir? Intuitus’tan (Görü) farkı nedir? Her şeyden önce kavramların nasıl kurulduğunu, zihnin içerisinde hangi yolla kurulduğunu bize anlatacak. Metinde tam da bu kısma kadar bize Görünün (Anschauung) nasıl kullanıldığını ve kurulduğunu anlatmıştı. Görüler “Affektion” ile kurulur. “Şeyler” (Dinge) diyesim zihinden ayrı başına varolduğunu söylediğim şeyler bizi etkiledikleri sürece biz birtakım izlenimler (Eindrücke) kurarız. Dolayısıyla şu açık: Görülerin kurulması meselesi benim etkilenimime bağlı. Ben etkilendiğim sürece izlenimler, daha sonra görüler ve uzay ile zaman kalıplarının altına getirdikçe Görünüşler (Erscheinungen) kuruyorum. Görüler bu şekilde kuruluyor ama Kavramların kurulması bu şekilde olmuyor. Her şeyden önce, Kavramlar Duyumsama Yetisinde (Sinnlichkeit) ortaya çıkan Cognitio‘lar değil. Kant Cognitio sözcüğünü kimileyin bu biçimiyle kullanıyor kimileyin ise sözcüğün Almanca karşılığı olan Erkenntnis’i kullanıyor. Biz de, Almanca’da Erkenntnis diye karşılanan bu sözcüğü sıklıkla dar anlamı ile kullanıyor ve “Bilgi” diye karşılıyoruz. Halbuki bu sözcüğün, Cognitio’nun, bir geniş anlamı bir de dar anlamı var Kant’ta. Cognitio (1) geniş anlamı ile herhangi bir zihin ürünü ya da bir zihin yapıntısı demeye geliyor. Kant zihnin içerisinde ortaya çıkan ürünlere Cognitio diyor. Örneğin hem Görü (Anschauung) hem de Kavram (Begriff) bir Cognitio. Dar anlamı ile ise (2) Cognitio, Bilgi (Erkenntnis) demek.

Bu kullanımın arka planını Descartes’a götürmek mümkün. Zihnin içerisindeki en kök, en temel birim ise, Kant’ın kendisine ilişkin bir tanım vermenin bile güç olduğunu, zihnin içerisindeki hemen her şeyin ona göre tanımladığını söylediği “Tasarım”dır (Vorstellung).

Kavram işte tam da şöyle bir şey: bir tasarım altında birden çok tasarım. Bu da yalnızca bir işlem ile (Funktion) ortaya koyulabilecek bir şey. Bir Etkilenim (Affektion) ile Kavram ortaya koyamayız.

Geniş anlamda kullanıldığında birer Cognitio olan Kavramlar (Begriffe) zihninde, Görülerin kurulumuna benzer bir tarzda kurulmazlar. Kavramların nasıl kurulduğuna bakmamız lazım. Kavramların nasıl kurulduğuna genel olarak (überhaupt) bakarsak, empirik kavram ya da sav kavram diye ayırmadan genel bir tarzda bakarsak ve kavram nedir, nasıl kurulur bunun hesabını verebilirsek, Anlama Yetisinin Kavramları denilen, son derece özel bir tarzda kurulmuş bu kavramların da nasıl kurulduğunu belki çıkartabiliriz. Dolayısıyla ilkin belirli bir Kavramdan ve bunun nasıl kurulduğundan söz etmiyor Kant; “überhaupt” (genel olarak) her kavram nasıl kuruluyor bize bunu anlatıyor.

Kavram (Begriff) dediğimiz yapının Görüden (Anschauung) farkı Kant tarafından şu şekilde açıklanıyor:

“Görüler, duyumsama yetisinin ürünleri oldukları sürece, etkilenimlerle (Affektionen) kurulur, kavramlar ise zihin işlemleri ile (Funktionen).”

Kant, KrV, A 68 | B 93

(Funktion/Functio sözcüğünün Hume’daki karşılığı “mind operation”. Bu karşılığı bilmek bizim için Felsefe Tarihindeki bir tartışmanın eklem yerlerini apaçık biçimde görmek için önemli.) Demek ki Kavramlar (Begriffe) kimi işlemlerle kuruluyorlar yani Kavramlar etkilenerek kurduğumuz şeyler değil, zihin işlemleri ile kurduğumuz şeyler. Kavramları salt bir etkilenim ile kuramıyoruz. (Etkilenimin de salt bir maruz kalma olmadığı, zihince bir işleme gerektirdiği ise başka bir tartışmanın konusu.) Burada, Kavramların kurulmasına baktığımızda, çok katmanlı bir işten söz ediyoruz. Peki bu ne türden bir zihin işlemi? Kant’ın yanıtı şu şekilde: “Funktionen der Einheit” (Birliğe getirme işlemi) ya da “Einheit der Handlung” (ibid.) (Birliğe getirme edimi). Kavramların kuruluşu bir Birliğe getirme, bir araya getirme, bir toplama edimidir; bir “Einheit Functio”sudur. Dolayısıyla Kavramlar, genel olarak ifade edildikte, her defasında, bir birlik (unitas) içerisine getirilerek kurulur. Birliğe getirme “farklı tasarımları birbirine ekleme ve bunların çokkatlılığını bir genel tasarım ya da zihin yapıntısı altında düşünülecek tarzda toplama işidir.” (A 77 | B 103) Burada, genel bir tasarımın altında düşünülen pek çok tasarımdan söz ediyoruz. Kavram işte tam da şöyle bir şey: bir tasarım altında birden çok tasarım. Bu da yalnızca bir işlem ile (Funktion) ortaya koyulabilecek bir şey. Bir Etkilenim (Affektion) ile Kavram ortaya koyamayız. Bu işlem de bir Birliğe Getirme İşlemidir (Funktion der Einheit). Peki tasarımları genel bir tasarım altına getirdiğimizde, bunları iç içe geçirdiğimizde ya da birkaç tasarımı bütünübir bir tarzda toparladığımızda tam da ne oluyor? Yani bir Unitas (Birlik) kurduğumuzda aslında olan nedir? Buna bakmamız lazım.

Farklı tasarımları genel bir tasarım altına getirdiğimizde ilkin bizim için, olanaklı olarak pek çok şey ortaya çıkıyor. Bu ne demek? Eğer siz pek çok tasarımı bir tasarım altına getirirseniz, bu genel tasarım içerisindeki bu çokkatlılığı (Çokkatlılık= Mannigfaltigkeit, bütün yapıtın içerisindeki en temel sözcüklerden biri) bir biçimde kullanabilirsiniz. Bu nasıl olabilir? Bir araya getirdiğiniz bu çokkatlılığı tekrar ayırırsınız, nitekim bu çokkatlılık bir unitas (Einheit/Birlik) oluşturan bir çokkatlılıktır. Bu Çokkatlılığı ayıra ayıra Yargılar ortaya koymak (urteilen) söz konusu olabilir. O halde tüm Kavramlar olanaklı halde yargıda bulunmayı, yargılar ortaya koyabilmeyi (urteilen) imler. Kavramlar synthetik yapılar oldukları, Birliğe getirme işlemleri ile kuruldukları ve çokkatlı tasarımlar oldukları için, isterseniz bu çokkatlılığı açabilirsiniz ve bu çokkatlılık bölündükte, parçalandıkta açığa çıkan tasarımları (sözgelimi Kavramları) sermek ve birbirine bağlamak söz konusu olabilir. Buna örnek olarak “Cisim” (Körper) kavramı düşünülebilir. Cisim kavramı empirik bir kavramdır, tüm öteki kavramlar gibi, bir Birliğe getirme işlemi sonucunda kurulmuştur. Cisim kavramı bize kendisinden hareketle kimi yargılar (Urteile) kurmak olanağını verir. Olanaklı biçimde, bir Kavramdan birden çok Yargı (Urteil) ortaya çıkabilir. Buna göre, Cisim Kavramının içerisindeki çokkatlılığı analysis’e tabi tuttuğumuzda -pek çok öteki yargının yanında- şu yargılar da ortaya çıkacaktır:

  • Bütün Cisimler bölünebilirdir (teilbar).
  • Bütün Cisimler yer kaplar (extensio).
  • Bütün Cisimler bir geçirmezliğe iyedir (impenetrabilitas).

Yer Kaplama (Extensio) ve Bölünebilirlik (Teilbarkeit) Cisim Kavramının içerisinde bulunan ve bu kavramın içerisinde her an örtük olarak düşündüğümüz kavramlardan ikisi. Dolayısıyla bizim burada yaptığımız iş şu şekilde açıklanabilir: Yer Kaplama Kavramını, Bölünebilirlik Kavramını, Geçirmezlik Kavramını (-Locke’un Newton’dan hareketle “Solidity” diye adlandırdığı kavram) ve öteki kimi kavramları (sözgelimi Sertlik-Yumuşaklık, Islaklık-Kuruluk, Bir Renge iye olma) biz her an örtük olarak Cisim kavramının içerisinde düşünürüz. Cisim salt yer kaplama değildir, salt geçirmezlik de değildir, salt bölünebilirlik de değildir; Cisim olmayan ama bölünebilir olan diyesim Bölünebilirlik kavramının kendileri için söz konusu olduğu kimi öteki nesneler de var: sözgelimi Geometrinin kavramlarından “çizgi”. Dolayısıyla Cisim kavramının kurulmasında yapılan iş, zihnin Birliğe Getirme işlemi (Funktion der Einheit) aracılığıyla yeni bir Cognitio (1) oluşturması; farklı tasarımları bir genel tasarım altında toplamasıdır. Cisim kavramı içerisinde bir kavram çokkatlılığı barındırmaktadır. Bu çokkatlılığa bakılıp ve içerisinden bir kavram seçilip, bu kavramın da nasıl kurulduğu soru konusu edilebilir. Sözgelimi “impenetrabilitas” (Undurchdringlichkeit/Geçirmezlik) kavramındaki “Birliğe Getirme İşlemi” (Funktion der Einheit).

“Her bir yargıda, pek çok kavram için geçerli ve bu pek çok [kavram] arasında yine, nesneye dolaysız biçimde bağlanan, verili bir tasarımı yakalayan (begreift) bir kavram vardır.”

Kant, KrV, A 58 | B 93

Impenetrabilitas (Geçirmezlik) kavramının nasıl kurulduğunu bulmak için, yukarıdaki alıntıda da işaret edildiği gibi bu kavramın kendilerine bağlandığı Görünüşlere (Erscheinungen) bakmak gerekir. Burada kavramın içeriği karşımıza belli türden Görünüşlerin zihince syntezlenen bir kuralı olarak çıkacaktır. Görünüşlerden hareketle burada bir kural oluşturulmuştur ve bu kural karşımıza bir Cognitio (1) olarak diyesim bir Kavram (Impenetrabilitas) olarak çıkmaktadır.

İkinci İpucu

…zihnin içerisinde nasıl oluyor da bu birliğe getirme işlemleri kotarılıyor ikinci uğrakta buna bakarsak; düşünme denilen bu toparlama işinin, birliğe getirme işinin, yargıların kurulmasında kaç biçimde yapıldığını, kaç tarzda yapıldığını serersek, Anlama Yetisinin içerisindeki Kavramların yani Anlama Yetisinin Saf Kavramlarının neler olduğunu çıkartabiliriz.

Dolayısıyla Kavram (Begriff/Conceptus) bizim olanaklı halde yargılar ortaya koyabileceğimizi gösterir. Demek ki bi zihnimizin nasıl yargı ortaya koyabildiğini yakalarsak ve bu “Birliğe Getirme İşlemlerini” kaç tarzda yaptığını çıkarırsak, Kavramların ve dolayısıyla Kategoriler denilen kavramların da nasıl kurulduğunu yani düşünme işleminin nasıl kotarıldığını bulabiliriz. O halde ilk ipucu bize şunu söylüyor: Biz ilk uğrakta kavramların birliğe getirme işlemleri aracılığıyla kurulduğunu gördük, imdi zihnin içerisinde nasıl oluyor da bu birliğe getirme işlemleri kotarılıyor ikinci uğrakta buna bakarsak; düşünme denilen bu toparlama işinin, birliğe getirme işinin, yargıların kurulmasında kaç biçimde yapıldığını, kaç tarzda yapıldığını serersek, Anlama Yetisinin içerisindeki Kavramların yani Anlama Yetisinin Saf Kavramlarının, bu temelde kurduğumuz ve Kategoriler dediğimiz kavramların neler olduğunu çıkartabiliriz. Öncelikle düşünmenin hangi biçimlerde kurulduğunu, düşünmenin “Functio”sunu (İşlemini) yakalayalım. Bu ne demeye geliyor? Tam da şu: En temelde nasıl “birliğe getirdiğimizi” yakalarsak, kategorilerin nasıl kurulduğunu da göreceğiz. Nitekim farklı farklı tasarımların zihnimizde nasıl toparlandığı işi bir “Birliğe Getirme İşlemi” olarak adlandırılıyor. Bu birliğe getirme işinin kaç biçimde kotarıldığını yakalarsak eğer biz yargılardan hareketle Kategorilerin neler olduğunu da çıkartabiliriz. Kavramların olanak halinde Yargılar (Urteile) demeye geldiğini yukarıda belirtmiştik. Anlama Yetisi bir kere kavram ortaya koyduğu zaman yargı ortaya koymadan edemez ve kuruduğu kavramlar aracılığıyla yargılar ortaya koymaktan başka bir şey yapamaz.

“Düşünmek, kavramlar aracılığıyla Bilgi [ortaya koymaktır].”

Kant, KrV, A 69 | B 94

Demek ki düşünmek toparlayabiliyor, düşünmek ile biz bir “unitas” (birlik) oluşturabiliyoruz. Ne ki kavramlar kurguladığımız (einbilden) şeylerdir ve bu kurgulamamızın nasıl kotarıldığını da açıklamamız gerek. Buradan hareketle Kant’ın Kurgulama/İmgeleme Yetisinden (=Einbildungskraft/Imaginatio) söz ettiğini göreceğiz. Kategorileri kuran yapı tek başına Anlama Yetisi (Verstand) değildir, bunların kurulmasında Kurgulama/İmgeleme Yetisi (Einbildungskraft) da çok temel bir rol oynar. Kategoriler denilen kavramlar yani her seferinde kendileri aracılığıyla Görünüşleri (Erscheinungen) düşündüğümüz bu düşünme kalıplarını biz el yordamı ile, bunlar kullanıldıkça bulacak değiliz. Nitekim biz bunları gündeliklikte, her an kullanmaktayız. Felsefe tarihinde de olup biten bu türden bir şeydir diyesim Kategorileri el yordamı ile serme işidir. Anlama Yetisini çalıştırdığımız zaman, tekrarlanan bir tarzda bu yetinin içerisinde karşımıza çıkan ve kullanımını yakaladığımız kimi kavramlar var. Bu kavramlar kurulmuş Deneyimin içerisinde de karşımıza çıkmakta nitekim bunlar deneyimin kurulması için zorunlu. Karşımıza çıkan bu kavramların kimileri daha sık kimileri ise daha seyrek bir tarzda kullanım bulmakta. O halde bu kavramları Anlama Yetisinin kullanımından hareketle, sözgelimi “daha sık kullanım bulan kavramlar” ve “daha seyrek bir tarzda kullanım bulan kavramlar” diye bir tür önem sıralaması içerisinde sermek mümkün. Bu yolla Kategoriler denilen bu hep yeniden, bir tekrar içerisinde kullanılan ve Deneyimde söz konusu olan kavramları el yordamı ile çıkartmak mümkün. Ne ki bu türden bir el yordamı ile serme işinde yaptığınız iş eksik kalabilir dahası bu işin nerede sonlanacağını çıkartmak da son derece güç bir iştir. Bu bakımdan bu yol, Kategorileri sermek için sağlam bir yol gibi görünmemektedir. Kant burada Anlama Yetisi içerisindeki bu Kategoriler denilen kavramları, Transzendental Mantık içerisinde bir ilkeye (Prinzip) göre soruşturduğunu söylüyor (KrV, A 67 B 92). Elimizde bir ilke ile Saf Kavramları, diyesim zihnin Görünüşleri düşünürken kullandığı ve hep yeniden kullandığı bu kavramları çıkartmağa çalışırsak eksiksiz biçimde bunları serebiliriz. “Ne artan ne eksilen, mutlak (absolut) bir Birlik (Einheit), doğum yerleri olan Anlama Yetisinin içerisinde karşımıza çıkan ve herhangi bir şey ile karışmamış” (ibid.) olan ve Görünüşlerde kullanımı olan bu kavramları, o halde, biz bir ilkeye göre bulalım. Bu ilke nedir? Bu ilke kavramların nasıl ortaya koyulduğunu bize veren ilkedir. Kavramlar nasıl ortaya koyulur? Başkaca ifade edildikte: Düşünmede kotarılan işlem nedir? Düşünmedeki işlemi, saf düşünmenin ilk elde kotardığı “Birliğe Getirme İşlemleri”ni bulursak işte o zaman Kategorileri buluruz. İmdi şu sorular sorulmalı: neyi birliğe getiriyoruz, nasıl birliğe getiriyoruz, nasıl toparlıyoruz ve bu birliğe getirmeyi kaç biçimde yapıyoruz? Kant’ın bize verdiği ikinci ipucu tam da beriki soru (birliğe getirmeyi kaç biçimde yapıyoruz?) ile ilgili.

İkinci ipucunun izini sürdüğümüzde burada karşımıza Yargılar Tablosunun (Urteilstafel) çıktığını görüyoruz.

Yargılar Tablosu (Urteilstafel), KrV A70 | B 95

Kavramların olanaklı halde yargılara işaret ettiğini daha önce belirttiydik. Yargılarda düşünme işlemi nasıl gerçekleştiriliyor? Bu tabloya baktığımıza karşımıza çıkan şey şu: yargılar nicelik, nitelik, ilişki (Relation) ve Kiplik (Modalität) bakımından ele alınmış. Burada Kant, birliğe getirme işlemlerinin kaç biçimde gerçekleştirildiğini göstermeye çalışıyor. Zihin düşünme aracılığıyla kaç biçimde ya da tarzda Birliğe (Unitas/Einheit) getirebiliyor? Yanıt: dört ayrı tarzda.

Düşünme aracılığıyla Birliğe getirme işi Nicelik (Quantität) (1) bakımından değerlendirildikte şunlar söylenebilir: bu işlem ya her şeyi kapsayacak tarzda ve çok geniş biçimde kotarılıyor (Genel Yargılar/Allgemeine); ya kimi şeyleri bir araya getirecek tarzda birliğe getirme işi söz konusu (Özel/Besondere); ya da tek bir şeyi göz önünde bulundurur tarzda, sınırlı biçimde (Tekil/Einzelne) kotarılıyor. Dolayısıyla Nicelik bakımından değerlendirildikte, Birliğe Getirme işleminin ya çok geniş tutulduğu ya sınırlı tutulduğu ya da tek bir tasarım üzerine yargı ortaya koyulduğu söylenebilir. Demek ki Nicelik bakımından ele alındıkta “Funktion der Einheit” (Birliğe Getirme İşlemi) böyle söz konusu oluyor.

Peki Nitelik (Qualiät) (2) bakımından değerlendirildikte birliğe getirmek nasıl olur? Yanıt şu şekilde veriliyor: 1. ya evetleyerek birliğe getiriyoruz (Evetleyen Önermeler/Bejahende: “-dır”); 2. ya değilleyerek bir araya getiriyoruz (Değilleyen Önermeler/Verneinende: “-değildir”); 3. ya da varolanların arasında hangi gruba dahil olmadığını söyleyerek bir birliğe getiriyoruz (Unendliche/Sınırsız Yargılar: “x olmayandır”).

Üçüncüleyin, düşünme aracılığıyla birliğe getirme işlemi İlişki (Relation) (3) bakımından değerlendirildikte neler söylenebilir? 1. ya bu birliğe getirme işlemi kategorik bir tarzda yapılır, iki kavram birbirine bağlanır (kategorik yargılar); 2. ya “böyle ise şöyledir” diyoruz, iki yargıyı bir unitas‘a getiriyoruz (hypothetik yargılar); 3. ya da “ya böyledir, ya şöyledir, ya da şöyledir” diyoruz, mantıksal olanaklılık içereden birden çok yargıyı bir nesneye ilişkin bilginin tüm alanını kaplayacak tarzda kuruyoruz (disjunktiv yargılar).

Dördüncü olarak, birliğe getirme işleminin, yargının içeriğini bakımından değil de “yalnızca genel olarak düşünme ile ilişkisi içerisinde copula‘nın değeri bakımından” (A 74 | B 100) ele alındığını görmekteyiz (Modalität) (4). Demek ki, düşünme işlemini nasıl kuruyoruz diye sorduğumuzda buna kiplik bakımından da bakılabilir. Biz düşünme işlemini (kavramlar aracılığıyla düşünme) ortaya koyarken 1. ya olanaklı olduğunu söylediğimiz yargılar ortaya koyuyoruz (problematik yargılar); –bu yargılar da düşünmenin bir uğrağına (moment) işaret eder. Hangi uğrağına? Yanıt: Anlama Yetisinin düşünmesine. Anlama Yetisi (Verstand) bize olanın öyle olduğunu söyler, olanın niçin öyle olduğunu ya da zorunlulukla öyle olduğunu söylemez (Aristoteles’in eski bir önermesi!)– 2. ya düşünme işlemini öyle bir tarzda gerçekleştiririz ki bu başka bir bilme yetisinin düşünmesine işaret eder. Bu bilme yetisi Yargıgücüdür (Urteilskraft). Yargıgücü şu şekilde çalışır: Anlama Yetisi olanın öyle olduğunu söyler, Yargıgücü de “eğer bu böyle ise, o halde bunun birtakım sonuçları vardır” diye ekler. Yargıgücü, Anlama Yetisidir “bu şöyledir” önermesinden hareketle, “böyle ise o halde şöyledir” diyen yetidir, bu da düşünmenin ayrı bir uğrağına işaret etmektedir. Burada düşünme işleminin Yargıgücü bakımından nasıl gerçekleştirildiğini görmekteyiz ve bu işlem sonucunda ortaya çıkan önermeler “mantıksal gerçeklik” (logische Wirklichkeit) içerir; 3. ya da düşünmenin üçüncü uğrağında Akıl (Vernunft) denilen yeti aracılığıyla mantıksal zorunluluk (logische Notwendigkeit) ortaya koyan önermeler (apodeiktik/apodiktische) kurarız. Dolayısıyla düşünmenin üç uğrağı vardır ve bu iç uğrak ile iç ayrı düşünme yetisine diyesim Anlama Yetisine (Verstand), Yargıgücüne (Urteilskraft) ve Akıl’a (Vernunft) işaret edilmektedir.

Düşünmenin Üç Uğrağı

Dolayısıyla düşünmenin içerisinde kimi işlemler var. Bunların nasıl gerçekleştiğine baktık. Buradan hareketle diyesim bu ikinci ipucundan hareketle Kategorilerin keşfedilmesine bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Birinci ipucu ise bize şunu gösterdiydi: Kavramlar birliğe getirme işlemi ile kurulur. Kategoriler ise düşünmeye yarayan en temel kavramlardır. İkici ipucu ile beraber ise şunu sorduk: Nasıl düşünüyoruz, düşünme işlemleri nasıl gerçekleşiyor? Bunu da Nitelik, Nicelik, İlişki bakımlarından ele aldık. Şimdi üçüncü ipucu içerisinde, görünüşleri düşünme işi nasıl gerçekleşiyor diye soracağız. Bu kısımda Kategorilerin nasıl ortaya çıktığına işaret edilecek. Bu kısım B basımında 10. kısım olarak geçiyor, Kant’ın attığı başlık işe su şekilde: “Tüm Saf Anlama Yetisi Kavramlarını Keşfetmek için İpucu”. Burada Kant ile birlikte adım adım ilerleyebilmek için metine dönmek istiyorum. Nitekim metnin tam da bu kısmında Kant bize buradan sonra yapacağı işin adeta tamamının haritasını vermekte. Yapılan iş, Kant’ın ifadesini kullanmak gerekirse, çokkatlı (mannigfaltig) bir iş ve bu işi çözmek için hem Saf Aklın Eleştirisinin “Şematizm” diye adlandırılan kısmına hem de kimi öteki Kant metinlerine (sözgelimi Jäsche Mantığı, Mantık ve Metafizik Refleksiyonları) gitmek gerekiyor. B 102 – B 106 arasında yer alan ve üçüncü ipucu diye ayıracağım bu son derece yoğun kısmı metnin ayrıntıda hesabını vererek sermek ve böylelikle Kategorilerin nasıl kurulduğunu göstermek istiyorum.

Üçüncü İpucu

Metnin hemen ilk kısmında Kant bize Transzendental Mantığın, Genel Mantıkla karşılaştırıldıkta iye olduğu avantajı hatırlatıyor: Transzendental Mantık’tan önce, Transzendental Estetik diye adlandırılan bir bölüm ve yapılan bir soruşturma var. Bu, Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) kurallarına ilişkin bir transzendental soruşturma. Bu soruşturma içerisinde iki ürün bulundu: saf uzay ve saf zaman denilen bakma kalıpları. Genel Mantık ise Transzendental Mantık’tan farklı olarak “bilgiyi tüm içeriğinden sıyırıyor” (B 102). O halde transzendental mantığın önünde uzay ve zaman birer saf bakma kalıbı olarak duruyor diyesim Transzendental Estetik, Transzendental Mantık’a bu data’yı “sunuyor” ve biz transzendental mantığın içerisinde bunların nasıl kullanılabileceğini ve nasıl bir rolü olduğunu metni takip ettikçe ayrıntılı biçimde göreceğiz.

Transzendental Mantık karşısında şunu görüyor: uzay ile zaman, Görünüşlerin içerisinde birer çokkatlılık (Mannigfaltigkeit) olarak zaten bulunmaktadır. Görünüşler alanına baktığımızda, uzay ve zamanın kendilerini doğrudan göremeyiz ama uzay ve zamanın çokkatlılığını görebiliriz. Uzayın, Görünüşler içerisindeki çokkatlılığı karşımıza her şeyden önce “Biçimler” (Gestalten) olarak çıkar. Uzay burada biçimler olarak diyesim synthezlenmiş bir halde vardır. Peki, Syntezleyen yetinin adı ne? Kurgulama/İmgeleme Yetisi (Einbildungskraft). Kurgulama Yetisi Uzaydan Saf Biçimleri syntezliyor ve Görünüşlerin içerisine yerleştiriyor. Demek ki, baktığımız şu Görünüşler (Erscheinungen) alanının içerisinde saf birtakım ögeler var. Burada a priori bir kullanımdan söz etmek mümkün. Bu a priori kullanım geometricinin yaptığı işe işaret ediyor. Geometrici, 1. Görünüşler alanında karşılaştığı nesnelerin biçimlerini diyesim nesnelerin saf kısımlarını bunlardan sıyırarak alabilir (absondern) ve geometinin kavramlarını kurabilir; 2. ya da Görünüşlerin saf kısmını kullanarak synthesis ile yeni biçimler ortaya koyabilir. Geometri bu yaptığı iş ile deneyimden ve duyumsamadan bağımsız nesneler ortaya koymakta ve karşımıza sapasağlam bir bilgi alanı (Wissenschaft) olarak çıkmaktadır.

Dolayısıyla ilkin, Empirik bütünübir olanın yani Görünüşlerin (Erscheinungen) içerisinde saf bir kısım olduğunun yeniden altı çiziliyor: uzaydan synthezlenmiş saf bir çokkatlılık (mannigfaltige) var (=Biçimler). Uzaydan hareketle synthezlenmiş bu çokkatlılığı yakalamak, zamandan hareketle synthezlenmiş çokkatlılıkları yakalamaktan çok daha kolay. Nitekim Zaman kalıbının da Görünüşlere yedirilmesi ile, bunların içerisinde Zamanın çokkatlılığı ortaya çıkıyor. Zaman kalıbı ile birlikte, diyesim Görünüşler içerisine Zaman kalıbının yerleştirilmesi ile birlikte artık bunlar adeta “hareketli bir film” haline geliyor. Nitekim devinimin olanaklılığının koşulunu veren şey de Zaman denilen bu saf bakma kalıbının kendisi. Zaman kalıbı tasarımları dizmeye ve tutmağa yarayan kalıp idi ve öncelik-sonralık ilişkileri de Zaman kalıbının kullanımı (Erzeugung) ile ortaya çıkıyordu. İmdi Zamanın çokkatlılığının, tıpkı Uzayın çokkatlılığı (=Biçimler) gibi Görünüşlerin içerisinde olduğu belirtildi. Demek ki Zamandan ötürü söz konusu olan kimi ilişkiler (Verhältnisse, Relation değil!) var. Zamanın çokkatlılığı bizim için yine Görünüşlerin içerisinde bir saf kısım olarak duruyor. İmdi bunlar serildikte, yeniden şu sorulabilir: Kategoriler nasıl kuruluyor? Kategorilerin kurulması ilkin uzayın ve zamanın görünüşler içerisine yedirilmiş bu “çokkatlılığının öncelikle belli bir tarzda üzerinden geçilmesi, ele alınması ve bağlanması” (B 102 | A 77) ile olur. Kant bu edime “Synthesis” adını veriyor (ibid.). Düşünme edimi ya da Birliğe Getirme Edimi öncelikle [Uzayın çokkatlılığı ile birlikte] Zamanın çokkatlılığını bağlıyor; üzerinden geçiyor, ele alıyor ve genel bir tasarım haline getiriyor. Demek ki bizde herhangi bir bilginin kurulmasının önkoşulu ilkin Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) a priori syntezlenmiş saf çokkatlılığının belli bir tarzda “üzerinden geçilmesi (durchgehen), ele alınması (aufnehmen) ve bağlanmasıdır (verbinden). Bunu niçin yapıyoruz? Bir bilgi (Erkenntnis) ortaya koyabilmek için. Burada metinde biraz geriye, Transzendental Estetik’in Giriş kısmına (A 19 | B 33) gitmemiz gerekiyor. Burada Kant şöyle diyor:

“Bilgi nesnelere hangi tarzda bağlanırsa bağlansın ve hangi araçla bağlanırsa bağlansın, bilginin nesnelere onun aracılığıyla dolaysızca bağlandığı ve araç olarak tüm düşünmenin hedeflediği şey Görüdür (Anschauung).”

Kant, Krv, A 19 | B 33

Bu paragraf bize şunu söylüyor: “Bilgi” (Erkenntnis/Cognitio) bir tarzda zaten var ve nesnelere bağlanıyor. O halde şunu sormak yerinde olacak: Bilgi nasıl kuruluyor? Tekrar B 102’ye döndüğümüzde, Kant’ın burada bu “bilgi”nin nasıl kurulduğunu diyesim Kategorilerin nasıl kurulduğunu anlattığını göreceğiz. Bunu şöyle ifade etmek de mümkün: Tüm deneyim bilgisinin temelinde, ilkin ve ilk elde kurulan a priori Bilginin nasıl kurulduğu anlatılıyor. Demek ki “saf çok çokkatlılığın üzerinden geçilmesi, ele alınması ve bağlanması” Bilgi (Erkenntnis) ortaya koyuyor, bu bilgi a priori ortaya koyulmuş bir bilgi. Bizde tüm öteki bilgilerin temelindeki ilk bilgi, başka şeylere bağlanan bilgi saf bir bilgidir, synthetik bir yapıdır. Bizde duyumsama yetisinin içerisindeki saf kalıpların kullanımında ortaya çıkan çokkatlılık (Mannigfaltigkeit) eğer belli bir tarzda ele alınmaz, bağlanmaz ve üzerinden geçilmezse bu “ilk bilgi” kurulamaz. Bu ilk bilginin kurulması ve nesnelere bağlanması işi aslında kategorilerin kurulması ve bunların Görünşlere (Yargıgücünün bir işlemi ile ortaya koyduğu saf transzendental Şema (Schema) ile) bağlanması işi. Heidegger’in Kant und das Problem der Metaphysik (Kant ve Metafizik Sorunu) adlı yapıtında ifade ettiği gibi (§12, S. 57) Kategorilerin “saf görü ile bağlantılılığı” (reine Anschauungsbezogenheit) var. Eğer biz Kategorilerin saf görü ile bağlantısını çıkartamazsak, bunların kökenini (Ursprung) keşfedemeyiz ve Kant’ın bize burada verdiği ipuçları da işe yaramaz hale gelir.

Metinden devam edelim. “En genel anlamı ile Synthesis’ten anladığım şu:…” diyor Kant. Buradaki “en genel” (allgemeinste Bedeutung) hiçbir biçimde gelişigüzel tarzda buraya yerleştirilmiş değil. Aksine, Kant bize en genel tarzda synthesis’in nasıl kotarıldığını anlatacak, buradan hareketle biz çok özel bir synthesis ile kurulan Kategorilerin nasıl kurulduklarını da çıkartabileceğiz.

“En genel anlamı ile Synthesis’ten anladığım şey farklı farklı tasarımları birbirine yedirmek, birbiri üzerine koymak ve bunların çokkatlılığını bir Bilgi içerisinde kavramak edimi.”

Kant, KrV, B 103

Bir synthesis ne zaman saf olur? “Çokkatlılık empirik değil de a priori verili olduğu zaman. Uzayda ve Zamanda olduğu gibi.” (ibid.) Buna göre, Uzay ile Zamanın Görünüşlerin içinde yer alan çokkatlılıkları bize zaten verili. Biz bu çokkatlılığı ne yapabiliriz? Ele alabiliriz, üzerinden geçebiliriz ve birbirine yedirebiliriz; yani düşünme işlemini (Kurgulama Yetisi ile Birlikte) kullanabiliriz. Düşünme toparlar, biraraya getirir. O halde bu çokkatlılıklardan bir (ya da daha çok) Bilgi (Erkenntnis/Cognitio) oluşturmak mümkün. Bir adım daha attığımızda Kant yine son derece temel bir şey söylüyor: “Hiçbir kavram içerik bakımından analytik olarak ortaya çıkmaz.” (ibid.) Kavramlar synthetik diyesim kurulmuş, oluşturulmuş yapılardır. O halde şunu söylemek zorunlu: Kategoriler, Anlama Yetisinin içerisinde kurulmadan önce tıpkı birer doğuştan ide (idea innata) gibi bulunuyor değillerdir. Kategorilerin Anlama Yetisinin içerisinde nasıl kurulduğunun ve nasıl ortaya çıktıklarının hesabını vermek Felsefe Tarihinin günümüze aktardığı, çözülememiş en temel birkaç sorunundan biridir.

Kategoriler kavramdır, synthetik yapılardır ve Birliğe Getirme işlemleri aracılığıyla kurulurlar. Dolayısıyla burada Kant’ın bize verdiği ipuçları aracılığıyla biz bir kez daha şu soruları soracağız: Kategoriler ne türden birliğe getirme işlemleri aracılığıyla kurulurlar? Burada “birliğe getirilen” nedir? Hangi tasarımları ele aldık, üzerinden geçtik ve birbirine ekledik? Kategoriyi nasıl kurduk? Yanıtları apaçık vermek gerekiyor. Üzerinden geçtiğimiz, ele aldığımız ve birbirine eklediğimiz tasarımlar, uzay ve zamanın saf çokkatlılığıdır. Biz Kategorileri bu çokkatlılık sayesinde, Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) ve Anlama Yetisinin (Verstand) içerisindeki düşünme edimi aracılığıyla kurarız.

Bundan sonra metinde karşımıza çıkan tümce paranteze alınarak okunmalı: “Bir çokkatlılığın synthesis’i -ister empirik olsun ister a priori verilmiş olsun-ilkin ortaya başlangıçta hala ham ve muğlak olabilen ve Analysis gerektiren bir bilgi ortaya koyar.” (ibid.) Bu şu demeye geliyor: Kavramları kurabilir yani synthesis işlemini kotarabiliriz, ne ki synthesis (biraz daha aşağıda Kant’ın da bize söyleceği üzere) bunun pek de ayırdında olmadan zihince gerçekleştirdiğimiz “kör” [kotarılan] bir iştir. Bir Kavramı (Begriff/Conceptus) kurmuş olmak demek bir kuralı kurmak ve elde bulundurmak demektir. Kavram böylece bütünübir bir şekilde kurulduysa ve herhangi bir Analysis’e ihtiyaç duyulmadı ise bu kuralı kullanabiliriz ama bu, kuralın tam da ne demeye geldiğini bildiğimiz anlamına gelmez. Kavram onu analysis’e tabi tutmadığımız sürece, mutğlak (verworren) bir tarzda zihinde yer etmeye devam eder. Bir kavramın muğlak olması (mantıksal seçiklik) o kavramın bir kural olarak kullanımına hiçbir engel teşkil etmez. Örneğin “cisim” denilen empirik kavramı hemen hepimiz kurmuşuzdur ve gündeliklikte sıklıkla kullanmaktayız. Kavramı kurmuş olmak bir kuralı kurmuş olmak demektir, burada “cisim” kavramı da bu kavramın altında yalnızca belli türden Görünüşlerin (diyesim tek tek cisimlerin) yakalanabileceği çok özel bir kurala işaret eder. Ne ki, ne zaman bu kavramı Akıl (Vernunft) denilen yeti aracılığıyla deşeriz, böleriz yani analysis’e tabi tutarız, o zaman “her an bu kavram içerisinde örtük ve muğlak olarak düşündüğümüz” çokkatlılık açığa ve su yüzüne çıkar. Kavramda seçiklik düşünmeye ilişkindir (logisch) ve bu şekilde elde edilir. Kavramda “seçiklik” felsefecinin temel bir derdine ve onun gündelikliğin içerisinden sonunda sıyrılıp kendisini gerçekleştirebilmek için sıkı bir adım atmasına işaret eder.

Bir sonraki tümce şöyle: “Synthesis, Bilginin ortaya koyulabilmesi için birtakım ögeleri toparlayan ve bunu belli bir içeriğe bağlayan şeydir.” (A 78) Kant burada işi daha da inceltecek ve Kurgulama/İmgeleme Yetisini (Einbildungskraft) devreye sokacak. Kant Synthesis’in nasıl kurulduğunu bize farklı bir ayırımı da hesaba katarak, işi incelterek anlatacak: “Biz eğer bilgimizin ilk kaynağına ilişkin bir yargıda bulunmak istiyorsak, ilk dikkat etmemiz gereken şey Synthesis’tir.” (ibid.) Bizde öteki hayvanlarda bulunmayan bir olanak var, içiçe geçmiş yapılar kurabiliyoruz. Kavram kuramamak demek yalın tasarımlar dünyasında yaşamak demek. Biz insan olabilen hayvanlar, yalın tasarımlar dünyasında yaşamıyoruz. Biz, synthetik tasarımlar kurabilen, kavramlar aracılığıyla düşünebilen varolanlarız. Öteki hayvanlardan da bu olanağımızla ayrılıyoruz. Ne ki asıl “değer”imiz ve dignitas‘ımız bu kavram kurabilmek ve salt düşünmek olanağımız ile ortaya çıkmıyor Kant’a göre. İnsanın dignitas‘ından ve değerinden söz edebilmek için başka bir şey gerekecek.

“Genel olarak (überhaupt) Synthesis, bizim biraz sonra göreceğimiz biçimde, Kurgulama Yetisinin (Einbildungskraft) salt bir etkisidir.” (A 78 | B103) Biraraya getirebilen yeti Kurgulama/İmgeleme Yetisidir. Bu yeti “kör” bir yeti ama ruhun (zihnin) bir kenara koyamayacağımız, kaçınılmaz bir işlemini gerçekleştiriyor. Synthesis, zihnin olmazsa olmaz bir işlemi. Niçin? Çünkü synthesis olmasaydı yani Kurgulama Yetisinin bu işlemi (Functio) olmasaydı “biz hiçbir yerde bilgi ortaya koyamazdık, ne ki biz bu işlemin pek az ayırdındayız.” (ibid.) Buradan sonraki kısmı açarak çevirelim: “Ne ki kurgulama yetisinin bu Synthesis’ini kavramlara getirmek (auf Begriffe bringen) diyesim bundan bir kavram oluşturmak, Anlama Yetisine (Verstand) düşen bir iştir.” (ibid.) Yani Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) toparlayacak ve bağlayacak ama kavram haline getirmek yani düşünme kalıbı haline getirmek Anlama Yetisine düşüyor. “Bu bize asıl anlamda bilgiyi yapan, ortaya koyan şeydir.” (ibid.) Bir sonraki cümle son derece kapalı ve ilk bakışta onu anlaması güç gibi görünüyor ne ki bir kez çözüldükte o da yerine tastamam oturuyor:

“Saf synthesis, genel olarak tasarlandıkta, saf Anlama Yetisi kavramını verir.”

Kant, KrV, A 78 | B 104

O halde Kategorinin nasıl kurulduğunu bulduk: saf Synthesis ile! Buradaki “allgemein vorgestellt” (genel olarak tasarlandıkta/düşünüldükte) vurgusu şunun için var: genel (allgemein) yani oniki (12) kategorinin onikisi için de geçerli bir tarzda diye düşünüldükte.

Kategoriler Tablosu (KrV, A 70 | B 95)

Kant burada allgemein vorgestellt (genel olarak düşünüldükte) yerine sözgelimi spesifisch vorgestellt (özel olarak, spesifik olarak düşünüldükte) demiş olsaydı, her bir Kategorinin içerisindeki saf synthesis’e ayrı ayrı vurgu yapmış olacaktı. Ne ki her bir Kategorinin içerisindeki synthesis’i ayrı ayrı kurallar olarak metnin Schematismus (Şematizm) diye adlandırılan kısmında anlatacak. Dolayısıyla burada genel olarak Anlama Yetisi kavramlarının kurulmasında söz konusu olan synthesis’in nasıl bir synthesis olduğu -her bir Kategorideki biricik synthesis göz önünde bulundurulmadan- anlatılıyor. (Anlama Yetisi kavramının kurulmasında rol oynayan saf transzendental synthesis, Kurgulama Yetisinin (Einbildungskraft) gerçekleştirdiği pek çok başka synthesis’den yalnızca bir tanesi. Kant bu öteki synthesis’leri “Saf Anlama Yetisi Kavramlarının Deduktion”u başlıklı kısımda ve diğer yapıtlarında (Sözgelimi Anthropoloji Kitabı ve Metaphysik Refleksion’larında) kimileyin örtük biçimde kimileyin ise apaçık bir tarzda ele alacak.) (Heidegger’in de bu farklı synthesis’lerin ayırdında olduğunu ve bunları “ontik synthesis” ve “ontolojik synthesis” olarak adlandırdığını belirtmekte yarar var. (Bkz., Heidegger, Vom Wesen des Grundes) Bu synthesis, diyesim Kategoriyi kuran synthesis, Kant’ın ifadesi ile “kavramlara göre” (nach Begriffen) oluşturulmuş, kavramsal bir synthesis’tir. Kavramsal synthesis şu demek: düşünme ile ilgili bir synthesis. Buradaki synthesis’in “düşünmeye ilişkin bir synthesis” olması yani kavramsal bir synthesis olması, bu synthesis’i bir başka synthesis’ten diyesim Uzay (Raum) kalıbından hareketle uzayın çokkatlılığını yani Biçimleri (Gestalten) kurduğumuz başka bir saf synthesis’ten ayırmamız gerekliliğine işaret ediyor. Beriki kavramsal bir synthesis değildir. Demek ki Kategoriyi veren kavramsal synthesis çok özel bir synthesis ve bunun tüm öteki synthesis’lerden ayırt edilmesi gerekiyor. Kant bunu şöyle açmakta:

“Transzendental Mantık bize tasarımların değil, tasarımların saf synthesis’ini kavramlara getirmeyi öğretir.”

Kant, KrV, (B 104 | A 78)

Burada “Kavramlara getirmek”in kavram kurmak demeye geldiğini yukarıda da belirtmiştik. Kant bu paragrafta Transzendental Estetik’te ortaya koyduğu savlardan hareketle yeniden Deneyimin (Erfahrung) nasıl kurulduğunu ve dahası Deneyimin olanaklılığının koşulunu (Bedingung der Möglichkeit) anlatıyor:

“O halde bize tüm nesnelerin a priori olarak bilinmesi için verilmesi gereken ilk şey saf Görünün çokkatlılığıdır; bu çokkatlılığın Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) aracılığıyla Synthesis’i ikinci [şeydir], ne ki bu henüz bir Bilgi ortaya koymaz. Bu saf Synthesis’e Birlik (Einheit/Unitas) veren ve yalnızca bu zorunlu synthetik Birlik tasarımı üzerine kurulan Kavramlar, önümüze gelen bir nesnenin Bilgisi için [son konusu olan] üçüncü şeydir ve Anlama Yetisinde kurulurlar.”

Kant, KrV, ibid.

Alıntıdaki Einheit (Birlik) son derece spesifik bir anlamda kullanılmış, diyesim bu Einheit (Birlik) saf çokkatlılığı toplama ve belli bir sınırlılık içerisine getirme işi. Ne ki Einheit (Birlik) Kant metinlerinde en az iki anlama gelmekte. Einheit’ın (Birlik) ve Birliğe getirmenin tam da hangi anlamlara geldiğine “Transzendental Deduktion” kısmında değineceğiz.

Uzay ve Zamanın çokkatlılığını yani bu saf çok katlılığı Kurgulama Yetisi ile synthezlediğimiz zaman ortaya synthetik bir yapı çıkıyor. Ne ki bu synthetik yapının “Kavram” (Begriff) olabilmesi için bunun denken (Düşünmek actus’u) ile yani Cogito ile (“Ich denke” =düşünüyorum) birleştirilmesi gerekiyor. Nitekim kurgulamamız bir kavram olacaksa içerisinde “düşünmek” ediminin de olması gerek.

“Bir yargıda farklı tasarımlara Birlik veren işlem, bir görüdeki farklı tasarımların salt synthesis’ine de Birlik veren şeydir ve genel olarak dile getirildikte Anlama Yetisinin saf kavramı diye adlandırılır.”

Kant, KrV, A 79 | B 105

“Anlama Yetisi, Görüdeki çokkatlılığın synthetik Birliği aracılığıyla tasarımlarına transzendental bir içerik verir, bu transzendental içerikten ötürü bu tasarımlar, nesnelere a priori bağlanan, saf Anlama Yetisi kavramları diye adlandırılırlar.”

Kant, KrV, ibid.

Alıntıda sözü edilen “görünün çokkatlılığın synthesis”i ile ortaya koyulan ve Anlama Yetisinin saf kavramlarını yani Kategorileri kuran bu transzendental içerik, Kategorilerin keşfedilebilmesi için Kant’ın işaret ettiği üçüncü ipucudur. Böylelikle ipuçları tamamlanmış oluyor (1, 2 ve 3) ve Kant bütünübir bir şekilde Kategoriler tablosunu ortaya koyuyor (A 80 | B 106). Ne ki metnin bu son derece “çokkatlı” kısmını açmak ve Kant’ın verdiği ipuçlarından hareketle Kategorilerin nasıl ortaya çıktığını, nasıl kurulduğunu apaçık sermek, metinle didişen okuyucuya kalıyor.

Üç İpucundan Hareketle Kategorilerin Kurulumu

Kategoriler şöyle kuruluyor: Anlama Yetisinin içerisinde ve kökünde Ich denke/Cogito/I think/Düşünüyorum diye ifade edilen yalın bir tasarım var. Bu saf düşünme analitik bir tasarımdır ve bir düşünme actus’una işaret eder. Bu düşünme edimi, Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) ile bir araya geldiği zaman, Görünüşlerin içerisindeki çok katlılığın “üzerinden geçiyor, bunu ele alıyor ve bağlıyor”. Yani uzay ve zaman kalıplarının duyum (Empfindung) ile birleştirilmesinde (Kurgulama Yetisinin bir başka synthesis’i) ortaya çıkan saf çokkatlılığı Kurgulama Yetisi Cogito ile birlikte syntezliyor diyesim bir araya getiriyor. Bu “transzendental saf synthesis” ile birlikte ortaya notio denilen “conceptus purus”lar (saf kavramlar) diyesim Kategoriler çıkıyor. Başkaca ifade edersek: Görünüşlerin içerisinde çokkatlılığın synthetik bir birliğe getirilmesi ve bunun denken actus’u ile birleşimi bana Kategorileri veriyor. Uzayın çokkatlılığının üzerine eklemlenen Zamanın çokkatlılığından hareketle Kategoriler kuruluyor. İmdi Zamanın çokkatlılığı görünüşlerin içerisinde var ve bu çokkatlılık Cogito ile birleştirip saf kavramlar yani Kategoriler kurulduktan sonra, bu kurulan Kategorileri yani kuralları Yargıgücü (Urteilskraft) aracılığıyla Görünüşlerde kullanabiliriz. Yargıgücünün buradaki işi hangi Kategorinin önümüze gelen hangi Görünüşü kalıplamada kullanılacağını çıkartmaktır ve bu iş asla gelişigüzel kotarılan bir iş değildir. Yargıgücü Kategorinin içerisindeki kuralı yakalar ve bu kurala uyan Görünüşü upuygun biçimde Kategorinin altına getirir (Subsumsion). Böylece Görünüşler, Kategoriler aracılığıyla “düşünülür”. Kategoriler Görünüşlere “a priori” bağlanır, nitekim her bir kategori Görünüşlerin içerisinde bulunan ve Kategorinin ondan hareketle kurulduğu biricik saf çokkatlılığı düşünür, ona bağlanır. Yargıgücü kurulmuş kategorinin kuralını yakaladıkta, örneğin Substantia-Accidens kategorisinin kuralını çıkarttıkta (bu kural kalıcı olanın ve geçici olanın yakalanması işidir), Görünüşlerin içerisindeki bu kurala uygun tüm çokkatlılıkları yakalar ve Kategorilerin altına getirir.

Kategorilerin Kurulumu ve Kullanımı

Bu son kısmı ve özellike üçüncü ipucuyu başka bir ders içerisinde daha ayrıntılı biçimde ele almamız gerekebilir. Kant da metnin ilerleyen kısımlarında bu işi yani Kategorilerin Görünüşlere nasıl bağlandığını daha ayrıntılı biçimde ve yeniden ve farklı bakımlardan ele alacak. Ne ki biz Kategorilerin nasıl kurulduğunu ve ne demeye geldiklerini çözemezsek, Kategorilerin Görünüşlere nasıl [a priori] bağlandığını ve Görünüşlerde nasıl geçerli olabildiklerini de çözemeyeceğiz.

Kategori her öteki kavram gibi bir kurala işaret eder. Bu kural saf bir kuraldır, diyesim Kurgulama Yetisinin uzay ve zamanın çokkatlılığından hareketle, bunların üzerinden geçerek, bunları ele alarak ve bağlayarak ortaya koyduğu bir kuraldır. Bu saf çokkatlılık Görünüşlerin içerisinde bulunduğu sürece, Kategoriler bir kez kuruldukta, bu saf çokkatlılığı biz Kategorilerin altına getirebiliriz (Subsumsion). Bu “altına getirme” işi (Subsumtion) üzerine Schematismus (Şematizm) başlıklı kısımda tekrar konuşacağız.

Yukarıda Einheit’ın (Birlik) çokanlamlılığından söz ettiydik. Buna göre Einheit (Birlik) 1. farklı tasarımları iç içe geçirmektir; 2. bir araya getirme ve bunların bir sınırını çizme işidir; 3. Akıl (Vernunft) denilen yeti söz konusu olduğunda ise mutlak anlamda bir Birlik’ten (absolute Einheit) söz etmek gerekir. Bu sonuncunun ne demeye geldiği ilerde açık kılınacak.

Demek ki Denken (saf düşünme) kurgulama yetisi aracılığıyla deneyimi düşünmeye yarayan oniki (12) kural ortaya koyabiliyor. Burada bilgimizin sınırlılığına işaret etmek gerek, sözgelimi şu sorunun yanıtı Kant’a göre verilemez: niçin oniki kural diyesim oniki kategori var da onbeş ya da yirmibeş kategori yok? Bizim düşünmemizin, duyumsama yetimizin kurallılığının ve kurgulama yetimizin sınırlılığı bu şekilde. Yeti=Vermögen, facultas: Bir şeye olanak tanıyan bir yapı. Bir şeye olanak tanıyan bir yapı olarak Yeti (Facultas, Vermögen) şu demeye gelir: çok belli bir şeye olanak tanıyan ve bunu yaparken başka şeylere olanak tanımayan yapı. Yeti her zaman bir sınırlılık imler. Duyumsama Yetisi düşünemez, Düşünme yetileri göremez, duyumsayamaz. Dolayısıyla burada Duyumsama Yetimin sınırlığı, Düşünmemin ya da daha güzel ifade edildikte Görünüşleri düşünmemin sınırlarını da çiziyor. Kategorilerin Görünüşler üzerinde geçerli olmasının nedeni Kategorilerin Görünüşlerin saf kısmı aracılığıyla kurulmuş olmasıdır. Kategoriler bu yolla ve bu tarzda kurulmuş olmasalardı, Görünüşler üzerinde hiçbir biçimde geçerli olamayacaklardı. Ne ki onların Görünüşlerle olan bu sıkı iç bağı, kategorilerin Görünüşler dışında başka hiçbir nesnede kullanamayacağını, Kant’ın ifadesi ile Kategorilerin “transzendental bir kullanımının” olamayacağını da bize göstermekte. Kategorilerin transzendental bir kullanımının olmaması Kategorilerin “şeylerin kendileri”nde (=Dinge an sich) geçerli olmadıkları anlamına gelmektedir ve bu belirleme, Kant’ın, kendisinden önce gelen pek çok düşünüre getirdiği “sınır aşma/ihlal, sofistik çıkarım ortaya koyma” suçlamasının gerekçelendirilmesinin temelidir.

“Şimdi baştan alalım”.