Categories
Kant Saf Aklın Eleştirisi

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi), Transzendental Estetik: Zaman (Zeit) Üzerine | § Ders 5

“Zaman akmaz, aksine onda, değişebilir olanın varolması akar.”

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi) A 144

Geçtiğimiz derste Uzay (Raum) üzerine konuştuyduk. “Uzay Üzerine” ve “Zaman Üzerine” başlığı ile iki bölüm, Saf Aklın Eleştirisi başlıklı bu yapıtta, Transzendental Estetik kısmı içerisinde birbiri peşi sıra gelmekte. Uzay üzerine konuşmadan önce genel olarak Transzendental Estetik’ten bahsettik ve Transzendental Estetik’in “Giriş” kısmı üzerine konuştuk. Bu berikinde Kant temel kavramlardan söz etmekte ve kimi tanımları sermekte. Giriş kısmında yaptığı temel belirlemelerden sonra ise sırasıyla “Uzay Üzerine” ve “Zaman Üzerine” konuşmakta. Öteki üzerine, yukarıda da belirttiğimiz gibi, geçtiğimiz ders ayrıntıda konuştuk.

Aslında Kant “Uzay Üzerine” başlığını atıp bu “kavram”a ilişkin belirlemelerini sermeye başladığında, hemen ilk paragrafta, üçüncü tümcede zamandan ve “iç duyudan” (innerer Sinn) da bahsediyor. Burada Kant bu kavramlara ilişkin, felsefece en temel soruyu da sormakta:

“İmdi Uzay ile Zaman nedir? Bunlar ayrı başına varolanlar mı? Yoksa bunlar şeylere ilişkin, bunlara bakılmasa bile bunlarda bulunan belirlemeler ya da ilişkiler mi? Ya da bunlar, yalnızca görünün kalıbına ve diyesim kendisinden bağımsız, bu yüklemlerin hiçbir şeye iliştirilemeyeceği zihnimizin, özneye özgü biraraya gelmesine tutunan ilişkiler mi?”

Kant, KrV, A 23| B 37

“Uzay ile Zaman ayrı başına varolanlar mı?” Yani bunlar Newton’ın sözünü ettiği gibi, bizim zihnimizden ayrı, mutlak anlamda varolan şeyler mi? Bizim zihnimizden ayrı Uzay ya da Zaman var mı? “Matematiksel bir Doğa araştırması” yürüten Newton’un Uzay ile Zaman’a mutlak anlamda bir varolmaklık yükleyen bu savının yanı sıra “Metafizik bir doğa öğretisi” ortaya koyan Leibniz’in Uzay ile Zaman’a ilişkin savları da en az öteki kadar tartışma konusu. Newton ve onun peşi sıra gidenlere baktığımızda bunlar ayrı başına varolan, diyesim varolmaklığı zihne bağlı olmayan, bir “şey” (res) (Ding) olan bir Uzay ve Zaman tasarımı ortaya koymaktalar. Kant’a göre bu türden bir Uzay ve Zaman tasarımı nihil negativum‘a diyesim içerisinde çelişki barındıran bir tasarlamaya işaret etmekte. Nitekim ayrı başına diye düşünülecek bir Uzay olsaydı, diyesim Uzay bir şey (Ding/res) olsaydı bizim Duyumsamamıza çarpardı ve biz ondan bir tarzda etkilenirdik (Affektion). Ne ki Newton uzayın ve zamanın kendisini diyesim mutlak anlamda uzayı ve zamanı (“absolute space and time”) “matematiksel” uzay ve zaman olarak belirlemekle bunları deneyim ve duyumsama alanından uzak tutmakta ve böylelikle, bilgimizi a priori genişleten diyesim synthetik a priori önermeler ortaya koyan kimi bilgi alanlarının [kökenleri bakımından] sağlamlıklarını garanti altına almış olmakta. “Metafizik bir doğa öğretisi” ortaya koyan Leibniz ise uzay ile zamanı Görünüşler alanından abstractio (sıyırarak alma) ile diyesim kimi şeyleri eleyerek, ayıklayarak kurduğumuz tasarımlar ve yakaladığımız ilişkiler olarak belirlemekte. Ne ki bu türden bir uzay ve zaman tasarımı (Görünüşlerden hareketle kurulan ilişkiler olarak Uzay ile Zaman) bu ögelerin a posteriori olarak kurulduğunu imlemekte ve bu ögelerden hareketle ortaya koyduğumuz synthetik a priori bilgilerin sağlamlığını tehlikeye sokmaktadır (KrV, A 40 | B 57). Kant’ın ifadesi ile, Leibniz’in ortaya koyduğu “Metafizik doğa öğretisi”ni onun “Monadoloji” adlı yapıtından hareketle sermek mümkün. Bu metinde Leibniz Görünüşler alanının arka planında, doğrudan duyumsamaya çarpmayan, ne ki varolduklarını da zorunlulukla söylememiz gereken, yalın Substatia‘lardan (Varolan) yani “Birlik”lerden (monas/Einheit) söz ediyordu. Bu monadlar Görünüşler alanındaki varolanlardan son derece farklı şeyler idi. Ne ki bunlar Leibniz’e göre “doğanın hakiki atomları”ydı.

Kant 1770 tarihli ve De Mundi Sensibilis atque Intelligibilis Forma et Principiis (Duyulur Dünya ile Düşünülür Dünyanın Kalıpları ve İlkeleri Üzerine) başlıklı Profesörlüğe Yükselme Tezi (Dissertatio) sonrasında ve “Kritik” döneminde, daha önceleri yakın olduğu, “görünenlerin arka planındaki varolanlar olarak monadlar” görüşünü bir kenara bırakmakta. Nitekim monadlara Leibniz tarafından yapılan belirlemelere baktığımızda biz hemen şunu yakalamaktayız: burada duyumsamamıza hiçbir biçimde çarpmayan şeylere ilişkin fazlaca belirleme yapılmakta (sözgelimi monadların perceptio‘su olduğu yollu sav). Bu da zihnin sınırlarını aşmak, ihlâl etmek (Dialektik) ve bir yanılgı (Schein) ortaya koymak demeye geliyor.

O halde Kant, Zaman üzerine ayrı bir başlık içerisinde konuşmadan önce, Uzay üzerine konuşurken, her ikisine de ilişkin, bu son derece temel soruları sormakta ve zamandan bu bölümde kısaca söz etmekte:

“Zihnin onun aracılığıyla kendisine ya da kendi iç durumuna baktığı İç Duyu, bir nesne olarak ruhun kendisine ilişkin bir Görü elbette vermez ama yine de onun iç durumunun Görüsünün yalnızca onun altında olanaklı olduğu belirli bir kalıp vardır; böylece iç belirlemelere ait ne varsa zaman ilişkileri içinde tasarlanır. Zaman dışarıda görülemez, Uzay da bizim içimizde olan bir şey olarak [görülemez].”

Kant, KrV, A 23 | B 37

Bu derste, Kant’ın bunları titizlikle birbirinden ayırdığı tarzda, hem iç Duyudan (innerer Sinn) hem iç Görüden (innere Anschauung) hem de iç Deneyimden (innere Erfahrung) söz edeceğiz. Bunlar üzerine konuşmadan en temel soruya geri dönelim: Zaman nedir? Ayrı başına bir Varolan mıdır? Kant zamanın ayrı başına bir varolan olmadığını savlamakta. Zamana ilişkin soru, Felsefe tarihinin neredeyse başlangıcından beri sorulan bir soru. Aristoteles de “Fizik” başlıklı yapıtında zamanın neliğini soruşturmakta ve onu “devinimin ölçüsü” olarak belirlemekte. Yine Ortaçağ içerisinde sözgelimi Augustinus zamanı (tempus) “insan zamanı” ve “Tanrı zamanı” olarak tasarlamakta ve akıl yürütmesi içerisinde, öncelik ve sonralık ilişkileri olarak insan zamanının belki de insan olabilen varolanların sınırlı zihnine özgü bir şey olabileceğinin ipucunu vermekte.

Augustinus’ta “Zaman” (tempus)

Augustinus’un zamana bakışı ve kullandığı kavramlar Kant için de son derece belirleyici.[1] Yine 20. yüzyılda temel bir yapıtının başlığının bir kısmını “Zaman” (Sein und Zeit: Olmak ve Zaman) diye belirleyen bir düşünür var: Martin Heidegger. Heidegger farklı metinleri içerisinde de hep yeniden zamana ilişkin soruyu ele almakta. 1956 yılında yayınlanan “Düşünme Deneyiminden Hareketle” başlıklı derleme yapıtında Heidegger “zaman nedir?” sorusuna kısaca şu şekilde yanıt vermekte:

Olmak ve Zaman başlıklı bir yapıtın yazarının zamanın ne olduğunu bildiği düşünülebilir. Ne ki bu yazar bunu hala bilmiyor, hala soruyor.”

Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, “Was ist die Zeit?” (1956)

Bu alıntıya bakıldıkta Heidegger’in, Aristoteles’in Sokrates’te yakaladığı bir eksiklikten diyesim eironeia‘dan (olanı olduğundan daha azı ile aktarma işi) pay aldığı söylenebilir. Nitekim Felsefe tarihi içerisindeki, zamana ilişkin temel savların izini Heidegger gibi titizlikle süren ve bunları felsefe yapar bir tarzda kavrayan bir başka düşünür olup olmadığı soru konusu edilebilir.

İmdi Kant’a göre zaman nedir? Zaman bizim duyumsama yetimizin (Sinnlichkeit) bir bakma kalıbıdır (Form) ve ayrı başına varolan bir şey (res) değildir. Şeylerin kendilerine (Dinge an sich) gidildikte zaman hiçbir şeydir (Nichts). “Bizim yapımızın, özneye ait koşulundan uzaklaştığımızda” zaman söz konusu olmaz. Zaman bu berikinden bağımsız, şeylerin kendisinde bulunan bir şey değildir. Zaman, tasarımları belli bir biçimde dizme tarzımızdır. Biz, uzay kalıbı ile kalıpladığımız tasarımları daha sonrasında zaman kalıbıyla da kalıplıyoruz. Zaman bizim bir görme kalıbımızdır; o bir görmeliktir (Anschauung). Dahası, zaman iç duyunun (innerer Sinn) da kalıbıdır. Bu şu demeye geliyor: kurulan tüm tasarımlar eninde sonunda zaman kalıbının altına fırlatılır. İster uzay kalıbı ile kalıplanmış, dışa ilişkin tasarımlar (äußere Vorstellungen) olsun, ister bunlardan hareketle kurduğumuz imgeler, notio‘lar, kavramlar, ideler ya da duygulanımlar olsun, bizdeki tüm tasarımlar ya da zihin kurgulamaları (Cognitiones) zaman kalıbının altına getirilir. Bunlar zaman kalıbına göre, “belli ilişkiler içerisinde diye tasarlanır”. Yani bizim zihimizdeki tüm tasarımların (sadece dışa ilişkin kurduğumuz tasarımların değil) son durağı zaman kalıbıdır. Dışa ilişkin kurduğumuz tasarımlar, iç duyunun hakiki materie‘sidir diyor Kant. Nitekim biz dışa ilişkin tasarımlar kurmasaydık, bunların peşi sıra gelecek birtakım imgelemeler, notio‘lar ya da duygulanımlar da kuramayacaktık. Dolayısıyla Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit) üçboyutluluğa iye diye gördüğümüz dışa ilişkin tasarımları kuramasaydı, iç duyu da kendisine bir malzeme bulamayacaktı. Demek ki iç duyunun temel malzemesi dış duyudan gelmekte. O halde bizim zihnimizdeki yetilerin tüm işleyiş süreçleri zaman kalıbı altında gerçekleşiyor. İç duyu söz konusu olduğunda, ben kendi zihnime, kendi iç durumuma yani kendi Ben’ime bir nesne olarak bakıyorum; zihin süreçlerine, bunların nasıl işlediklerine ve ne türden ürünler ortaya koyduğuna zaman kalıbı altında bakıyorum. Tüm tasarımlarım da (imgeler, duygulanımlar, kavramlar vd.) en son olarak zaman kalıbı altına getiriliyor. Demek ki, iç duyu aracılığıyla baktığım (anschauen) şey, kendi Ben’im ve iç durumum ve buna baktığımda, dışı duyu aracılığıyla ortaya koyduğum bakmaktan farklı olarak ortaya üç boyutlu bir nesne olarak zihin ya da ruh çıkmıyor ama yine de burada bakılan şey belli bir kalıp altındadır diyor Kant (B 37 | A 23). (İç duyuda uzay kalıbını değil, yalnızca zaman kalıbını kullanıyoruz.) Kendi Ben’ime zaman kalıbı altında baktığımda gördüğüm şu: anımsayan Ben, imgeleyen Ben, duyumsayan Ben, duygulanımlar kuran Ben. Tüm bu tasarımlar diyesim imgeler, anımsamalar, duyumsananlar vd. bir öncelik-sonralık ve aynı andalık ilişkisine göre dizilmekteler. Bu öncelik-sonralık ve aynı andalık ilişkilerini veren, tüm tasarımlarımıza bu ilişkilere göre bakmamızı sağlayan şey zaman kalıbıdır. Tüm bu tasarımların nasıl algılandığı ise üzerine daha sonra ayrıntıda konuşacağımız başka bir tartışmanın konusudur. Nitekim bir tasarımın (sözgelimi bir duyumun ya da bir imgenin) kurulmuş olması onun zihinde yakalandığını imlemez. Bir perceptio‘nun perceptio‘su ile kişi, bu ötekini zihinde kurulmuş olarak yakalar (Bkz. Leibniz’in Apperzeption‘u).

Dahası, iç duyu ile baktığımda ve tasarımlarımı algıladığımda ortaya çıkan “iç deneyim”den (innere Erfahrung) söz etmek gerekiyor. “İç deneyim empirik bir bilgi değildir; genel olarak empirik olanın bilgisidir.” (KrV, B 401 | A 343) Kant’ın iç deneyim ile işaret ettiği şey, kendi ifadesi ile “empirik psikoloji”nin konusu. Burada, Felsefe tarihinde genel olarak yapılan zihin açıklamalarını örnek olarak vermek mümkün. Nitekim bunlar zihinde olup bitenleri, yetilerin birbiri ile bağlantısını ve ürünlerini bir öncelik-sonralık ilişkisine göre sermektedir (Duyumsuyorum, anımsıyorum, duyumsadığımı duyumsuyorum, imgeliyorum, abstractio yapıyorum, notio‘lar kuruyorum, bunlardan hareketle önermeler kuruyorum, çıkarımlar yapıyorum…). Bunların genel olarak bilgisi, genel olarak empirik olanın bilgisidir yani bizim zihnimizdeki süreçlerin nasıl işlediğinin bilgisidir. O halde iç deneyim herhangi bir empirik bilgiye işaret etmez; genel olarak (überhaupt) empirik olanın bilgisine işaret eder.[2] Kant’ın yapmak istediği ise transzendental bir soruşturma yani tüm bu tasarımların bu biçimde kurulabilmesi için arka planda ne olup bittiğinin soruşturulması işi. Sözgelimi duyumsayabilmemizin anımsayabilmemizin, imgeleyebilmemizin zorunlu koşulu nedir diye soruyor Kant. Dolayısıyla onun yaptığı iş empirik bir psikoloji değil. Öteki düşünürler ise ruha ya da zihne empirik olarak bakıyorlar ve iç deneyimi anlatıyorlar. Bu türden bir anlatım Kant için hiçbir biçimde yeterli değil. Ona göre ilkin zihnin geri planına bakmak gerekiyor. Bunu yaparken, diyesim zihnin bu ürünlerinin kurulabilmesinin koşullarına bakarken, zamanın son derece önde gelen bir öge olduğunu yakalıyor Kant. Her şeyden önce “zaman empirik bir kavram değildir (B 46 | A 30) dahası bir “kavram” da değildir, diyesim birtakım ilişkilerden hareketle bizim sıyırarak alma (abstractio) ile kurduğumuz bir notio değildir. Dahası zaman nesnelerin kendilerinde (Dinge an sich) bulunan bir ilişki de değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zaman bizim bakma tarzımızdır ve ontik olarak, zaman bir kavram değil Görüdür (Anschauung). Nitekim kavram hep bir sınırlılık imler, bunların bir kuralı vardır. Kavramlardan [analysis ile] yalnızca alt-tasarımlar (Teilvorstellungen) çıkartılabilir ve bunlar içerik olarak hep synthetik tasarımlardır, analytik değil. Zaman ontik olarak bir kavram değildir nitekim eğer kavram olsaydı kendisinden sınırsız sayıda tasarımın çıkmasına, kendisinden hareketle kimi kavramların synthezlenmesine olanak veremezdi. Bir kavramın içerisinden bir başka kavramı synthetik olarak çıkartamayız, bölerek (analysis ile) çıkartabiliriz ve bu ilk kavramın yanına onunla bağlantılı olarak koyabiliriz. Böldük, içerisinden başka bir kavram çıkarttık ve bölünen kavramın yanına koyduk. Ne ki bir Görü (Anschauung) kavram değildir ve bu türden bir sınırlılık imlemez. Dolayısıyla kavramlarla synthesis için en az iki kavrama; birbirlerini kapsamayan iki tasarıma ihtiyaç vardır. Görü ise kendi başına, içerisinden sınırsız sayıda tasarımın çıkmasına (synthezlenmesine) olanak veren bir tasarım. Görünün içinden kavram synthezlemek mümkün. Dolayısıyla zaman (Zeit) denilen Görünün içerisinden ve dahası zaman belirlemelerinden pek çok kavram çıkmakta. Örneğin aritmetiğin temel bir kavramı olan “sayı”.

Dahası, bizim zihnimizin belli bir kısmındaki kurallılık, zamana göre kurulmakta. Zaman, Duyumsama Yetisinin bir kalıbı (Form) olmasına rağmen, Kant’a göre, onun Anlama Yetisi (Verstand) içerisinde de son derece temel bir yeri olduğunu söylemek gerekiyor. Zamanın Anlama Yetisi içerisindeki belirlenimlerini Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft), ortaya koymakta. Her şeyden önce şunu belirtmek gerek: Zamanın, tasarımları bir öncelik-sonralık ya da aynı andalık ilişkisine göre dizmesinin Görünüşlerde yarattığı kimi sonuçlar var. Zamanın, uzay Görüsü ile kalıplanmış üçboyutlu diye görünen tasarımları kalıplamasında diyesim kimi benzer tasarımları tutmasında ya da artık bırakmasında, daha açık ifade edildikte, zamanın Görünüşlere yedirilmesinde (Erzeugung) ortaya çıkan kimi Zaman-Belirlenimlerinden söz etmek gerekiyor. Zaman kalıbı bu ilişkilerin ve belirlenimlerin kendisi değildir. Zaman bakma kalıbının kendisidir ve zaman kalıbını, uzay kalıbı ile kalıpladığım tasarımlar ile birleştirdiğimizde, kurduğumuz resim (Bild) hareketli bir hale gelir, adeta bir “film şeridi”ne dönüşür. Devinim, değişim, yer değiştirme yalnızca zaman aracılığıyla olanaklıdır. Bu nasıl oluyor? Yanıt: Zaman, tasarımları öyle bir tarzda diziyor ki ortaya şu ilişkiler çıkıyor: öncelik-sonralık ve aynı andalık (bir tasarım diğerini önceliyor, diğeri de ötekini sonralıyor; kimi tasarımlar ise aynı anda diye görünüyor yani kimi Görünüşlerin içerisinde kimi tasarımlar bir arada bulunuyor). O halde zaman kalıbı ile bu ilişkiler ortaya çıkıyor ne ki bu ilişkiler zaman kalıbının kendisi değil, bunlar zaman kalıbından ötürü ortaya çıkan belirlemeler. Zaman “her an” Görünüşlerin içerisinde var. Görünüşlerin bir saf kısmı olduğundan daha önce söz ettiydik. Bu saf kısım her şeyden önce Uzay kalıbının yerleştirilmesinde ortaya çıkan biçimlerdir (Gestalten). Şu belli bardağın çember biçimindeki tabanı ve ağzı, bu Görünün a priori yerleştirilmiş kısmıdır. Görünüşler alanındaki tüm biçimler saftır (rein) buraya [uzay kalıbından hareketle] a priori yerleştirilmiştir. Uzay kalıbını Görünüşlere yediren, buraya yerleştiren yetinin adı Kurgulama/İmgeleme Yetisidir (Einbildungskraft) ve bu yetinin de produktiv (yapan, oluşturan, kurgulayan) kullanımıdır. Kurgulama/İmgeleme Yetisinin pek çok işi var; bunların kimi saf bir işe kimi empirik bir işe kimi ise transzendental ve saf bir işe işaret etmekte. İmdi Görünüşlerin (Erscheinungen) içerisinde saf olarak bulunan, a priori olarak oraya yerleştirilmiş kimi ögeler var. Uzay kalıbının duyumlar (Empfindungen) ile bir araya getirilmesi Kurgulama Yetisi tarafından gerçekleştiriliyor. Kurgulama Yetisi beş duyunun içeriği ile uzayı synthezlemeye, birbirine yedirmeye çalışırken, uzaydan biçimleri synthezlemekte. Benzer biçimde, zaman denilen saf Görü de Kurgulama Yetisi tarafından Görünüşlere yedirilmekte. Görünüşlere baktığımızda burada zaman ya da uzayın kendisi görünmez. Burada, ilkin, uzaydan ötürü yakaladığım biçimler vardır. Bunlar uzayın kendisi değil uzayın çokkatlılığıdır (das Mannigfaltige). Görünüşlerin uzaydan ötürü olan bu saf kısmını yakalamak görece kolaydır denilebilir. Zaman da Görünüşlerde kendi başına yakalayacağımız, görebileceğimiz bir şey değildir. Görünüşlerde zamanın kendisi yoktur; yalnızca, zamandan hareketle synthezlemiş çokkatlılık vardır. O halde Kurgulama Yetisinin uzaydan ve zamandan synthezleyerek Görünüşlerin içerisine yedirdiği şey bu iki Görünün kendisi değil, bunlardan hareketle kurulan saf çokkatlılıklardır. Demek ki Görünüşlerin saf kısmı bir çokkatlılık içermektedir. Görünüşlerin içerisine örneğin zamanı koyduğunuzda, üçboyutlu diye tasarladığımız görülerle zamanı birleştirdiğimizde, zaman başka bir şey haline gelmekte ve ortaya ondan başka bir şey çıkmaktadır.

Zamanın Görünüşler içerisindeki çokkatlılığına baktığımızda, onun niçin Anlama Yetisi ve onun saf kısmı (Kategoriler) için son derece temel bir öge olduğunu da anlayacağız. Nitekim Kategorilerin içerikleri bakımından kurulmaları, zamanın Görünüşler içerisindeki çokkatlılığından hareketle olanaklıdır. Kant bize Kategorilerin “artmaz ve eksilmez bir Birlik” (A 65 | B 90) olduğunu ve sayıca oniki (12) tane olduğunu söylemekte. Niçin oniki? Bu soru haklılıkla sorulabilir. Kategoriler her şeyden önce düşünmeye yarayan kalıplardır (Form) ve dört ayrı başlık altında (Nicelik, Nitelik, İlişki ve Kiplik) incelenmektedir. Nicelik Kategorileri: Birlik, Çokluk, Tümlük; Nitelik Kategorileri: Gerçeklik, Hiçlik, Sınırlılık; İlişki Kategorileri: Taşıyıcı-İlinek; Neden-Etki; Karşılıklı Etki; Kiplik Kategorileri: Olanaklılık-Olanaksızlık, Varolma-Varolmama; Zorunluluk-Olumsallıktır.

“Kategoriler Tablosu” KrV, A 80 | B 116

Kant, “Transzendental Mantık” içerisinde bulunan “Kategorilerin Transzendental Deduktion”unda, Kategorilerin nasıl kurulduklarını son derece örtük biçimde anlatmakta ve bu konuyu “Şematizm” (Schematismus) başlıklı kısımda yeniden ele almak ihtiyacı hissetmekte. Biz burada yapıtın belli kısımlarını birlikte değerlendirerek Zaman ile Kategoriler arasındaki bağlantıyı sermeye çalışacağız.

Factum (olgu); olan, olduğu apaçık olan ve inkar edilemeyecek olan şeydir ve zorunlulukla zihinden ayrı olan şeyleri imlemez.

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: Newton’un da “saf, matematiksel” diye nitelediği zaman, Kant’a göre mutlak anlamda, zihinden ayrı başına varolan bir şey (bir res) değildir. Newton’un saf, matematiksel ve ayrı başına varolan zamanı “hep bir akış içerisindedir” ve biz onu ölçtüğümüzde ancak “göreli zaman”dan (relative time) bahsedebiliriz. Onu ölçebilmemiz için de, Newton’a göre, ayrı başına varolan bir zamandan söz etmek zorunludur. Ne ki Kant’a göre “zaman akmaz, aksine onda değişebilir olanın varolması akar.” (KrV, A 144 | B 183) Zaman bizim bir görme kalıbımızdır; görünüşlerin içerisinde kalıcı olanın temsilcisidir. “Kendisi değişmez ve kalıcı olan zaman, o halde, Görünüşte, varolmadaki değişmez olana diyesim taşıyıcıya (Substanz) denk gelir…” (ibid.) Demek ki zaman her şeyden önce “empirik bir kavram değildir” (B 46 | A 30); zamandan ötürü ortaya çıkan ilişkiler (öncelik-sonralık ve aynı andalık) zamanın kendisi değildir, zaman bu ilişkileri olanaklı kılan bir bakma kalıbıdır. Bu sayılan ilişkiler ise produktiv Kurgulama Yetisinin (Einbildungskraf) zamanı Görünüşlere yerleştirmesi ile ortaya çıkar. Zaman Deneyimin ve Duyumsamanın kurulabilmesi için zorunlu diye düşünülen bir bakma kalıbıdır. Biz gördüğümüz şeyleri zihinde zaman kalıbı aracılığıyla “diziyoruz”, zamandan ötürü, tasarımlarımız öncelik-sonralık ya da aynı andalık ilişkisine göre bize görünüyorlar. Ne ki bizde başka bir olanak daha var. Ben/Ich/Ego ile yalın, bölünemez bir tasarıma işaret ediyor Kant. Anlama Yetimizin adeta kökünde diye düşünülecek bu tasarım saf bir düşünmeye (denken), daha ayrıntılı ifade edildikte içerisinde “ben” olan bir düşünmeye işaret ediyor. Ich denke/Cogito/Düşünüyorum yalın bir tasarım olduğu için bölünemez. Bu “düşünüyorum” tasarımı işte bizim Anlama Yetimizin kökünü oluşturuyor. Bu düşünme, içeriksiz ve henüz nesnesi olmayan bir düşünmedir. Saf bir düşünme olarak (reines Denken) Ich denke, bizim Anlama Yetimizin (Verstand) arka planında durmakta. “Düşünüyorum” bir actus‘tur (edim), Descartes’ın belirttiği gibi bir Substantia değildir. Bu edimin kaynağı da benin kendisidir (Ich an sich/I in itself). Bu edimin bize ulaştığını nereden çıkartıyoruz? Yanıt: düşünüyoruz! Bu bir factum. Factum (olgu); olan, olduğu apaçık olan ve inkar edilemeyecek olan şeydir ve zorunlulukla zihinden ayrı olan şeyleri imlemez. Benin kendisinden (Ich an sich) bize bir düşünmek ediminin ulaşması bir factum‘dur. Biz farklı tarzlarda, birbirinden farklı nesneleri düşünmek olanağına iyeyiz. Ne ki bizim her türden düşünmemizin kaynağında saf bir düşünme yani Ich denke (Düşünüyorum/Cogito) vardır. Bu saf düşünme, Kant’a göre, analytik (yalın; daha fazla bölünemeyecek olan) bir tasarımdır. Öte yandan, Kategorilerin tanımına baktığımızda, bunların saf düşünme kalıpları olduğunu görürüz. Her bir Kategorinin kökünde ve temelinde işte bu yalın tasarım yani Ich denke/Cogito/Düşünüyorum actus‘u vardır. Ne ki Kategorilerin içerisinde yalnızca saf bir düşünme yoktur, nitekim bunların her biri birbirinden içerik bakımından farklı ve biriciktir. Bu Kategorilerle biz herhangi bir şeyi değil, örneğin Birliği, Çokluğu, Tümlüğü; Taşıyıcısı-İlineği, Neden-Etkiyi, Karşılıklı Etkiyi saf düşünürüz. O halde şu soruyu sormak gerekiyor: her bir Kategoriye biricikliğini veren şey nedir? Her bir kategoriyi tam da o kategori yapan şey nedir? Yanıt: Zaman ve belirlenimleri. Her bir kategoride ortak olan şey bunların hepsinde biricik bir Ich denke/Cogito/Düşünüyorum actus‘unun bulunmasıdır. Ne ki Kategorilerin içerisinde Ich denke/Cogito/Düşünüyorum edimi dışında başka bir şeyin daha bulunması gerekiyor ki bu düşünme kalıplarının her biri biricik olarak ortaya çıkabilsin. Dahası “kavramlar, içerikleri bakımından ancak ve ancak synthetik olarak oluşabilirler” ama Ich denke/Cogito/Düşünüyorum yalın bir tasarımdır. Demek ki Kategorilerin içerisinde Ich denke/Cogito/Düşünüyorum edimi dışında başka bir şeyin daha bulunması gerekiyor.

İmdi Kategorilerin içeriği nasıl kurulmakta? Kategorilerin “Transzendendal Deduktion”u, birer kavram olarak Kategorilerin Görünüşler üzerinde kullanılmasındaki haklılığı serme girişimidir. Yani sözgelimi Substantia (Taşıyıcı) Kategorisi Görünüşlerin üzerinde nasıl ve hangi hakla kullanılmakta? Bu Kategorinin Görünüşler üzerinde geçerli olduğunu dahası hangi Görünüşler üzerinde geçerli olduğunu sermek mümkün mü? Hangi Görünüşün üzerinde hangi Kategorinin kullanılacağına zihin nasıl karar vermekte? Görünüşler alanında farklı farklı nesneler olduğunu, bunların birbirlerinden ayrı olduğunu ve niceliksel olarak birer birlik oluşturduklarını söylüyorum. Bunu nasıl yapabiliyorum? Görünüşlerin hepsi bütünübir bir tarzda kurulmuş, çokkatlılık içeren tasarımlardır ve bunlarda bir hiatus (aralık, boşluk) yoktur. Bu çokkatlılığın hangi kısmına hangi Kategoriyi getireceğiz ve nasıl? Bir Kategori altına bir görünüşü getirmede bir yanılma, upuygun görünüşü ya da görüyü ıskalama olanağı var mı? Bunlar Kant’ın 1770 Dissertatio‘sunda “sessiz kalarak geçtiğini” ifade ettiği son derece temel sorular. Bu sorular ancak Saf Aklın Eleştirisi adlı yapıtın içerisinde yanıtlanmakta. Burada Kategoriler ile Görünüşlerin nasıl örtüştüğü, Kategorilerin Görünüşleri nasıl düşünebildiği soruşturulmakta. Nitekim deneyimin ve onun peşi sıra giden kavramların kurulabilmesi için bu oniki (12) Kategorinin bir biçimde Görünüşleri düşünmesi gerekiyor. Kategoriler ile Görünüşlerin birbirlerine bağlanabilmesi için ortak bir noktalarının olması gerek. Bu ortak nokta arada adeta bir köprü oluşturmakta. Bu köprüyü oluşturan şey Duyumsama Yetisinin en temel saf kalıbı olan zaman (Zeit). Zaman tüm Görünüşlerin, tüm tasarımların kalıbıdır. Bu berikini uzay için söyleyemiyoruz. Uzay iç duyu ile görülen şeylerin, kurulan tasarımların kalıbı değildir. Sözgelimi duygulanımlar üçboyutluluğa iye olan tasarımlar değillerdir. Bir duygulanımın bir biçimi, büyüklüğü ya da yayılımı yoktur. Yine de kimileyin, dış görüden hareketle kurduğumuz bir benzetme ile bunları ifade edebiliriz. Ne ki bu yalnızca bir analogia‘dır.

İmdi Kategoriler nasıl kuruluyor? Kategoriler Kurgulama/İmgeleme Yetisi aracılığıyla kurulur. Bu yeti kör (blind) iş gören bir yetidir. Ne ki eğer Kurgulama Yetisi olmasaydı, bizde hiçbir biçimde bilgi ortaya koyulamayacaktı çünkü bilgi genele ilişkindir; kavramlarla birlikte gider. Kurgulama Yetisinden bağımsız, kavram oluşturmak olanaksızdır nitekim bir tasarım (Vorstellung) olarak kavram kurabilmek için synthesis yapmak, tasarımları birbirinin içerisine geçirmek ve bir birlik (unitas/Einheit) oluşturmak gerekir. Bizde kurgulamalar yapan yeti işte bu Imaginatio/Einbildungskraft‘tır. Peki bu yeti tam da ne yapıyor? Bunun açık biçimde serilmesi gerek. İmdi zamanın, şeylerin kendilerine gidildikte, hiçbir şey (Nichts) olduğunu söylediydik. Zaman iç duyunun kalıbıdır ve tüm tasarımlarımız eninde sonunda zaman kalıbı altına düşer. Zaman kalıbı sayesinde öncelik-sonralık ve aynı andalık ilişkilerinin kurulduğunu da söylediydik. Görünüşler içerisinde hem zamanın hem de uzayın çokkatlılığı (das Mannigfaltige) var. Burada bizim produktiv kurgulama yetimizin devreye girdiğini görmekteyiz. Bu en azından iki biçimde olmakta: saf ve transzendental. Saf ve produktiv İmgeleme/Kurgulama Yetisi ilkin duyum (Empfindung) ve uzayı birleştirirken, biçimleri (Gestalten) kurguluyor (einbilden); biçimleri uzaydan hareketle yapıyor. Demek ki Kurgulama Yetisinin bu produktion‘unun kaynağı uzay. Uzay saf bir bakma kalıbı idi. O halde, Kurgulama Yetisinin uzaydan hareketle ortaya koyduğu saf produktion‘u biçimlerdir. Bu biçimler, Görünüşlerin içerisinde bir çokkatlılık olarak vardır. Ne ki Kurgulama/İmgeleme Yetisinin Görünüşlerin içerisine zamanın çokkatlılığını da yerleştirdiğini söylemek gerekir. Uzayın çokkatlılığını görmek ve yakalamak, Görünüşler içerisindeki zamanın çokkatlılığını yakalamaktan çok daha kolay bir iştir. Nitekim Görünüşler içerisindeki biçimlere işaret etmek, bunları abstractio ile almak ve bunların kurallarını oluşturmak diyesim kavram olarak geometrinin nesnelerini kurmak bizim için söz konusudur. Bu nasıl olur? Zihin kurgulama yetisi ile Görünüşlerin içerisine yerleştirdiği biçimlere bakar, bunları yakalar ve benzer olanlardan hareketle kuralları yani kavramları ortaya koyar. Örneğin: çember kavramı. Elbette bir kavramın kurulması, Kurgulama Yetisinin tek başına kotarabileceği bir şey değil. Kavram her şeyden önce düşüncede bir kurgulamadır (Einbildung). Bir tasarım olarak kavramın (Begriff) kurgulanabilmesi için, Kurgulama Yetisinin Anlama Yetisi (Verstand) ile beraber çalışması gerekir. Burada Anlama Yetisinin tamamı değil de arka planı yani Ich denke/Cogito/Düşünüyorum ile iş görülür. Yani kavramlar söz konusu olduğunda biz düşünerek kurgulama yapmaktayız. Kimi öteki kurgulamalarımız ise salt ontiktir[3], örneğin uzaydan biçim kurgulama. Ama biçimi kurguladıktan sonra da bu biçim ve buna benzer biçimlerden hareketle bir kural kurgulayabiliriz. Sözgelimi çember kuralı ve kavramı. Bu beriki kurgulama ötekinden farklıdır. Kavramlar denilen tasarımlar (Vorstellungen) bizim kurgulamalarımızdır, ne ki bunlar düşünme ile birlikte giden çok özel kurgulamalardır. Biz kavramları Cogito/Ich denke/Düşünüyorum edimi (actus) aracılığıyla kurgularız. Kendiliğindenlik ırasına (spontaneus) iye olan Cogito/Ich denke/Düşünüyorum, Imaginatio/ Einbildugskraft/ Kurgulama Yetisi ile birlikte gittiğinde, kavramlar ortaya çıkar. Demek ki Kurgulama Yetisinin kendisi kendi başına iş gördüğünde bu, ontik olarak bir nesnenin kurulması demeye gelir; ne ki Imaginatio/ Einbildugskraft/ Kurgulama Yetisinin, Cogito/Ich denke/Düşünüyorum edimini de işin içerisine kattığı zaman ortaya koyduğu ürünler ya da kurgulamalar başka türden kurgulamalardır. Bu beriki kurgulamalar içerisinde düşünce içeren tasarımlardır ve birer kuraldır. Kavram düzeyinde kurgulamaların (Einbildungen) ortaya çıkabilmesi için saf düşünme içeren Cogito/Ich denke/Düşünüyorum ediminin de kurgulamaya katılması gerekir.

Buraya kadarki kısımda Kurgulama Yetisinin iki saf produktiv kullanımını (ontik ve notio kuran) ele aldık. Ne ki bu kullanımlardan hiçbiri transzendental değildi. Kurgulama Yetisinin (Einbildingskraft/Imaginatio) transzendental kullanımı nedir? İmdi transzendental bir kullanımdan bahsedeceksek, bu kullanımın onun aracılığıyla kimi başka bilgilerin kurulduğu ya da deneyimin olanaklılığının koşulunu gösteren bir kullanım olması gerekir. Eğer Kurgulama/İmgeleme Yetisinin transzendental bir kullanımı varsa bu şu demeye gelir: bu kullanımdan ötürü kimi başka bilgiler (Erkenntnisse) kurulabilir ya da bu kullanım deneyimin kurulabilmesi için zorunlu koşuldur. Kurgulama Yetisinin transzendental kullanımı sayesinde deneyim kurulabilir. Eğer bu kullanım gerçekleşmezse deneyim (Erfahrung) kurulamaz. Demek ki onun transzendental kullanımı deneyimin olanaklılığının koşulunu (Bedingung der Möglichkeit) gösteren bir kullanımdır.

Kurgulama Yetisi nasıl uzayı Görünüşlerin içerisine yerleştiriyorsa, zamanı da bu Görünüşlerin içerisine yedirir ve ortaya zamanın çokkatlılığı (das Mannigfaltige) çıkar. Görünüşlerin içerisinde, birbiri peşi sıra giden ya bir bakış içerisinde bir arada diye görünen tasarımlar vardır. Burada karşımıza zamandan ötürü diye belirlediğimiz, aynı andalık, öncelik-sonralık ilişkileri çıkıyor. Bu ilişkilerin oluşması için produktiv Kurgulama Yetisinin zamanı Görünüşlerin içerisine yedirmesi gerekiyor. Kurgulama Yetisinin zaman ile gerçekleştirdiği bu synthesis‘in sonucu olarak, Görünüşlerde zamanın çokkatlılığı ortaya çıkar. Uzayın çok katlılığı (biçim, büyüklük) da benzer bir synthesis ile açığa çıkmıştı. Ne ki zamanın Görünüşlerdeki çokkatlılığı, uzayın çokkatlılığı gibi gösterilemez; bunlara Görünüşlerde kolaylıkla işaret edilemez. Zamanın bu çokkatlılığı elbette bir şekilde yakalanabilir. Ama nasıl? Zamanın bir kalıp olarak Görünüşlerin içerisine yerleştirilmesinde ortaya çıkan çokkatlılık ile Ich denke/Cogito/Düşünüyorum actus‘u bir araya geldiğinde (kök synthesis); Ich denke/Cogito/Düşünüyorum, zamanın çokkatlılığını düşündüğünde, Kurgulama Yetisinin de aracılığıyla (nitekim burada bir kurgulama yapılmaktadır) ortaya kimi kurgulamalar olarak notio‘lar ortaya çıkar. Bu kurgulamalar diyesim Ich denke/Cogito/Düşünüyorum actus‘unun zamanın çokkatlılığına bakarak düşündüğü şey, zaman kuralları ve zaman-belirlemeleridir (Zeitbestimmungen).

Ich denke/Cogito/Düşünüyorum edimi, zamandan hareketle ortaya çıkaran kuralları düşünür, kurar, kurgular; bir notio haline getirir. Bu kurallar kurgulanmıştır (eingebildet); görünüşlerin içerisinden düşünülerek çıkartılmış ve birer kavram haline getirilmiştir. Görünüşlerin içerisinde zamanın kendisi değil, çokkatlılığı (das Mannigfaltige) vardır. Zamanın, görünüşlerin içerisine yerleştirilmesinde ortaya çıkan bu çokkatlılığı Ich denke/Cogito/Düşünüyorum ile birleştirdiğimizde ve Kurgulama Yetimizi de devreye soktuğumuzda Kategorilerin transzendental içeriğini kurmuş oluruz. Bu, Kategorilerin tüm öteki kullanımlarını haklı çıkaracak ve “bunların nedeni olacak bir ilk kullanımdır” (B 152) (synthesis speciosa/figürliche Synthesis). Kategoriler, Ich denke/Cogito/Düşünüyorum edimi ve zamanın kuralları ile kurulur. Bunun için ilkin Ich denke/Cogito/Düşünüyorum ediminin Görünüşler içerisindeki zamanın çokkatlılığını düşünmesi zorunludur.

Peki zamanı Görünüşlere yerleştirdiğimize ortaya çıkan şeyler nelerdir? Yanıt: Sözgelimi Substantia-Accidens (Taşıyıcı-İlinek) kuralı (zaman kimi tasarımları tutar, kimi tasarımları bırakır: “zaman akmaz, aksine onda, değişebilir olanın varolması akar.” (A 144)) Zaman görünüşlerin içerisindeki “kalıcı olan”dır (das Beharrliche)[4]. Görünüşlerin içerisindeki kalıcı olanı düşünmek, zamanın belli bir kuralını, bir belirleniminden hareketle düşünmek ve kurmaktır. Biz, etkilendiğimiz sürece kurduğumuz duyumları (Empfindungen) uzayla ve zamanla kalıpladıkça, beriki kalıp diyesim zaman kalıbı tasarımlarımızı belli ilişkilere göre dizmekte. Kant’a göre, eğer görünüşlerin içerisinde her şey aksaydı bir devinimi, değişimi, yakalayamazdık; devinimi değişimi yakalayabilmek için kimi şeylerin durağan olması gerekir (Krş.: E LXXXIX, s.32; 23:30). Devinimin-değişimin yakalanabilmesi için durağanlığın olması gerekir. Durağanlığı, kalıcılığı veren şey zamandır. Görünüşlerin tüm deviniminde ve değişiminde karşımıza çıkan bu “kalıcı olan” (das Beharrliche) phaenomenon‘u zamandan ötürüdür. İmdi bunun en temel sonucu şudur: “Görünüşlerin tüm devinimi-değişiminde, Taşıyıcı (Substanz) kalıcıdır ve onun doğadaki büyüklüğü (Quantum) ne artar ne de azalır.” (“Taşıyıcının Kalıcılığı Temel Önermesi”) (A 182 | B 224) Nitekim onun Quantum‘u zamana diyesim bizim özneye özgü yapımızın koşuluna bağlıdır. Görünüşlerde, Substantia phaenomenon‘unu veren şey zamandır. Tutan, kalıcılığı veren şey zamandır. “Yalnızca kalıcı olanın içinde, zaman-ilişkileri olanaklıdır, nitekim aynı andalık ve birbiri ardınalık yalnızca zaman ilişkileridir.” (A 182 | B 226)

O halde Kategorilerin içerisinde, zaman belirlemelerinden (Zeitbestimmungen) hareketle kurulmuş kuralları görmekteyiz.[5] Zaman belirlemeleri, zamanın Görünüşlerin içerisine yerleştirilmesi (Zeiterzeugung) ile ortaya çıkar. Görünüşlerin içerisinde zaman ve uzay kalıplarının kullanılmadığı bir durum yoktur. Bunu Eskiçağ düşünürleri, sözgelimi Parmenides de biliyordu[6]: Görünüşlerin içerisinde bir hiatus (aralık, boşluk) yoktur. Hiatus, boş uzay (Raum) demeye gelir. Görünüşlerde, duyum ile doldurulmamış bir uzay kalıbı tasarlanamaz. Uzay kalıbı kendi başına, duyumdan bağımsız kullanılamaz. “Görünüşlerin sınırları görünemez. Dolayısıyla duyular, sınırlı bir dünyayı tasarlayamaz… Nesnesiz görünüş (boşluk) olanaklı değildir.” (N. 4529) Tasarımlar olarak varolanların ardı arkası kesilmez. Dahası, doğada Leibniz’in de belirttiği gibi[7], “bir sıçrama (saltus) yoktur.” Nitekim zaman kalıbının kullanılmadığı bir durum yoktur. Zaman kalıbının kullanılması ile, nesnelerin varolması (Dasein) aksamaz bir tarzda, öncelik-sonralık ve aynı andalık ilişkilerine göre dizilir. Herhangi bir nesnenin varolmasını hep bir şey önceler ve sonralar. Kant’a göre, Leibniz’in ifade biçimi ile bu önerme “metafizik bir bilgelik”tir ve empirik olarak kurulur (Bkz. KU, Einleitung V). Bu ne demeye geliyor? Yanıt: Leibniz’in önermesi dolaylı olarak empiriktir ama akıl yürütmede bir uğrakta artık deneyimden kopmuş bir önermedir; tamamıyla a priori kurulmuş bir önerme değildir. Doğa, kalıbı bakımından incelendikte (natura formaliter spectata), Anlama Yetisinin kendisidir (KrV, B 165): oniki (12) Kategori, yani zamandan hareketle syntezlenen kuralların tamamı, biçimsel olarak doğaya işaret eder. Zihin, [Yargı Gücü/Urteilskraft aracılığıyla,] kategorinin içerisindeki kuralın altına düşecek, onun karşılığı olacak bir Görünüş, bir çokkatlılık yakaladıkta, bu çokkatlılığı o düşünme kalıbı (kategori) aracılığıyla düşünür. Kant’ın “Kategorilerin Transzendental Deduktion”u kısmında tanıtlamaya çalıştığı şey de tam budur, diyesim düşünme kalıplarının Görünüşlerde hangi hakla kullanıldığının serilmesidir. Nitekim her tek durumda, Görünüşler kuruldukça, hangi kategorinin hangi Görünüş ve Görü üzerinde kullanılacağı meselesi zihince gelişigüzel kotarılan bir iş değildir. Kategorilerin transzendental içeriği olan zamanın kurallarını synthezleme işi, Ich denke/Cogito/Düşünüyorum ile Görünüşlerin saf kısmından hareketle kurgulamalar (Einbildungen) kurma işidir. Kurgulama Yetisi ve Anlama Yetisinin bir araya gelmesi ve birlikte iş görmesi ile biz Kurgulama Yetisinin transzendental ve saf kullanımını görmekteyiz. Bu şu demeye gelmekte: Kurgulama/İmgeleme Yetisi (Einbildungskraft) deneyimin kurulması için zorunlu kimi işler kotaran bir yetidir. Nitekim zaman kuralları bu yeti aracılığıyla, Görünüşlerin içerisindeki saf çokkatlılıktan hareketle oluşturulmakta. Bu kurallar aracılığıyla biz Görünüşleri belli kurallara göre düşünebilir hale geliyoruz.

O halde zaman, uzaydan farklı olarak, zihnin içerisinde son derece temel bir yere sahip; diyesim o, yetilerin iç ve örtük bağını veren bir öge olarak karşımıza çıkmakta. Saf bir bakma kalıbı olarak tüm tasarımlarımızı aynı andalık ve birbiri peşi sıralık ilişkilerine göre dizen zaman sayesinde, iç duyunun ürünü olan iç görünüşler (innere Erscheinungen) meydana gelmekte. İç görünüşler üç boyutluluğa iye olan yani Uzay (Raum) kalıbı ile kalıplanmış görünüşler değildir. “Zihnin onun aracılığıyla kendisine ya da kendi iç durumuna baktığı iç duyu aslında ruhun kendisine ilişkin, bir nesne olarak görü vermez; ne ki onun iç durumunun görüsünün yalnızca onun altında olanaklı olduğu belli bir kalıp vardır ve böylece iç belirlemelere ilişkin her şey zaman ilişkileri içerisinde tasarlanır.” (KrV, A 23 | B 37) Burada, duyumsamaların peşi sıra gelen tüm öteki tasarımların (anımsamalar, imgelemeler, düşünceler, duygulanımlar) zaman kalıbı ile kalıplanması ile iç Görünüşler olarak “empirik Ben” (Ich) karşımıza çıkmakta. Empirik Ben’in kurulabilmesi için zaman kalıbı altına düşen her tasarımın ilkin saf ben (Ich denke/Cogito/Düşünüyorum) ile synthezlenmesi zorunlu. Ben kendi iç durumuma, zihnime zaman kalıbı altında bakıyorum. Burada kendi düşüncelerimin ve diğer tasarımlarımın kendi nesnem haline geldiğini yakalamaktayım. Ich denke/Cogito/Düşünüyorum ediminin zihinde kurulan her bir tasarımı syntezlemesi işine Kant kök synthesis (ursprüngliche Synthesis) diyecek. Bunun üzerine ileride ayrıntıda konuşacağız.

O halde zamanı iç duyunun kalıbı olarak serdik. İç duyu ile duyumsadıklarımızın ayırdına vardıktan sonra yani “duyumsuyorum, anımsıyorum, imgeliyorum, düşünüyorum, duygulanımlar kuruyorum” dedikten sonra şunu yakalamak da mümkün: kimi duygulanımlar sıklıkla kimi düşünceler ile birlikte gitmekte. Kimileyin belli türden anımsamaların peşi sıra belirli anılar, düşünceler ve duygulanımlar zihinde belirmekte. İmdi zihin içerisinde hangi tasarımların hangi ötekileri sıklıkla öncelediğini ve sonraladığını yakalamak deneyim (Erfahrung) işidir. Dahası zihin süreçlerinin bir sıralamasını verme işi de “empirik olanın bilgisidir”; sözgelimi “anımsama, duyumsamayı sonralıyor”; ya da “duygulanımlar dışa ilişkin duyumları sonralamaktadır”; “düşünme duyumsamanın peşi sıra meydana gelir” demek iç deneyim (innere Erfahrung) işidir. Kant’a göre, buna bakan alanın adı “Empirik Psikoloji”dir. Kant’ın “Empirik Psikoloji” ile kastettiği şey günümüzde ve 20. yüzyılda “Empirik Psikoloji” ile anlaşılan şeye karşılık gelmemekte. Kant kendi anladığı anlamda bir “Empirik Psikoloji”yi yine Felsefe Tarihinin içerisinde yakalayacaktır.

Başa dönelim ve Augustinus ile birlikte yeniden soralım: “quid est ergo tempus?”[8] (“O halde zaman nedir?”) Augustinus’un zamanı “hiç kimse ondan sormadığında” bilmesi, “sorana açıklamak istediğinde” ise bilmemesi şundandır: zamanın neliği açıklamasını (expositio) ondan hareketle vereceğimiz zaman kavramları (notiones) çok biçimde söylenir. Nitekim gündeliklikte, zaman kuralları ile “kör” bir biçimde iş görürüz. Kant’ın ifadesi ile, her “ortalama Anlama Yetisi” (gemeiner Verstand) zaman kurallarına iyedir. Ne ki zamanın kurallarına iye olmak zamanın nedirini bilmek demeye gelmemekte. Ne zaman ki biz gündeliklikte kullandığımız, kurallarına iye olduğumuz bu kavramları (notiones) Akıl (Vernunft) denilen yeti ile açmağa, deşmeğe başlarız ve o kavramın kuralına felsefece bakarız; ancak o zaman o kavramı asıl anlamda bir ideye, bir eidos‘a dönüştürmenin olanağını yakalarız. Gündeliklik içerisinde hemen herkes notio‘lar ile “yaşar”, bu gündelilik içerisinde yaşayan pek çoklarına bir felsefeci ya da filozof “nedir bu…?” diye sorduğunda, kimileri şunun ayırdına varabilir: kullanageldiğimiz bu kavramların ne demeye geldiğini açıklıkla bilmemekteyiz. Notio, neliğini içerisinde barındırmayan kavram demeye gelir. Felsefe ortaya koyduğu son derece sıkı sorgulama ve soruşturma ile, notio‘ları ide/eidos (neliğini içinde barındıran kavram) kılmayı amaçlar. Bu soruşturma Aklın (Vernunft) bir soruşturmasıdır. Nitekim insan için yaşamak, Anlama Yetisinin soruşturulmamış, hesabı verilmemiş ama gündeliklikte kullanılan kavramları (notiones) ile gün geçirmek değildir; yaşamak, Anlama Yetisinin (Verstand) kavramlarını Akıl (Vernuft) aracılığıyla başka bir düzeye taşımak, onların içeriğini açmak, sermek; bu kurallara yeniden ince ince bakmak ve upuygun tarzda ideler kurmak işidir.


[1] Krş. intuitus‘tan contuitus‘a geçiş vs. Anschauung‘dan Apprehensio ya da Wahrnehmung‘a geçiş.

[2] Aristoteles’in Peri Psykhes (Ruh Üzerine) başlıklı çalışması ya da John Locke’un An Essay Concerning Human Understanding (İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme) buna örnek olarak verilebilir.

[3] Heidegger’in ontik ve ontolojik ayrımını kısaca açalım: zihindeki herhangi bir varolandan başka bir varolan syntezlenirse bu ontik bir iştir (örn.: uzaydan biçimler); bir varolandan hareketle bir kural synthezlenirse yani bir notio kurarsanız, bu ontolojik kullanımdır.

[4] Bununla birlikte Antikçağ ve Ortaçağ Felsefesi boyunca [farklı tarzlarda] sorulan, “devinimin değişimin içerisinde değişmeyen şey nedir?” ya da “tüm ilinekler değişirken yine o nesneyi o nesne yapan şey nedir, kalıcı olan şey nedir?” sorularının yanıtı verilmekte.

[5] Bu kuralların tamamı üzerine ileriki kısımlarda (“System aller Grundsätze des reinen Verstandes”/”Saf Anlama Yetisinin tüm temel Önermeleri Sistemi” (A 148-B 188 vd.)) daha ayrıntılı konuşacağız.

[6] Krş. Parmenides’in “Varolan vardır, varolmayan yoktur.” yollu önermesi. Varolmayanın olmadığını söylemek zorunlu. Hep var var, yok yok.

[7] G. W. Leibniz, New Essays IV, 16: “la nature ne fait jamais des sauts.”

[8] Augustinus, Confessiones, 11, 14.

Categories
Kant Saf Aklın Eleştirisi

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi) Anlama Yetisinin Saf Kavramlarını Yakalamak İçin Üç İpucu | § Ders 9

Kategoriler denilen, Anlama Yetisinin içerisinde eksilmez ve artmaz mutlak bir Birlik (Einheit) olarak bulunan, Anlama Yetisi kendilerinin “doğum yeri” (Geburtsort) olan bu kavramların yapısını apaçık sermemiz gerekiyor. Nasıl ortaya çıkıyorlar?

Bugün aslında daha önce yaptığımız derslerin devamı niteliğinde bir ders yapacağız. Bugüne kadar bu yapıtın (Saf Aklın Eleştirisi) içerisinde belli bir yere kadar geldiydik. Transzendental Mantık’ın Giriş kısmını yapmıştık. Giriş kısmının içerisinde de farklı kısımlar vardı, bunların da üzerine konuştuyduk. “Giriş”ten sonra “Kavramların Analitiği” başlığı altında bir kısıma geçiyor Kant. Bu, Transzendental Mantık kısmının aslında ilk temel kısmı yani bir “Hauptstück” (Temel Kısım) olarak biz “Kavramların Analitiği”ni görüyoruz. Şimdi bu iş nereye gidiyor, Kant tam olarak ne yapmağa çalışıyor? Bir yandan bunun çerçevesini çizmeğe çalışacağım, bir de “Kategorileri/Anlama Yetisinin Saf Kavramlarını Keşfedebilmek için Üç İpucu” başlığı altında spesifik bir kısım üzerinde duracağım. İpucu sözcüğü aslında boşuna kullanılmış bir sözcük değil gibi görünüyor çünkü bu kısımların içerisinde biz doğrudan doğruya ve açıklıkla Kategorilerin nasıl kurulduğunu tam yakalayamıyoruz. Bu yakalayabilmek için hem yapıtın içerisindeki kimi başka kısımlara gitmemiz gerek. Kant başlığı “Kategorilerin “Ursprung”u (Kaynağı, Kökeni) Üzerine” diye atmış ve bunların kaynağını keşfedebilmemiz için bize üç ipucu veriyor. Ne ki açıklıkla bize Kategorilerin tam nasıl kurulduğunu söylemiyor. Kategoriler her şeyden önce birer tasarımdır (Vorstellung) ve bunların ne türden bir tasarım olduğunu sorduğumuzda yanıt şu şekilde olacaktır: Kavram (Begriff). “İçerik bakımından hiçbir kavram analytik olarak ortaya çıkamaz…” (Kant, KrV, B 103) Her kavram -en azından içerik bakımından- synthetik olmak durumdadır diyesim bir synthesis ile kurulmak durumundadır. Kavramlar (Begriffe) bir araya getirilmiş ürünlerdir. Bunun ne demeye geldiğinden ayrıntıda bahsedeceğim. Dolayısıyla her öteki kavram gibi, yani empirik olan kavramlarda nasıl ise, Kategoriler denilen, Anlama Yetisinin içerisinde eksilmez ve artmaz mutlak bir Birlik (Einheit) olarak bulunan, Anlama Yetisi kendilerinin “doğum yeri” (Geburtsort) olan bu kavramların yapısını apaçık sermemiz gerekiyor. Nasıl ortaya çıkıyorlar? Bu kavramların kaynağı Verstand yani Anlama Yetisi ve Kant bize bunların bir biçimde, duyumsamaya ya da deneyime gitmeden kurulan kavramlar olduğunu söylüyor. Oniki (12) tane kategori var. Niçin oniki? Niçin bunları bir tablo içerisinde dört (4) başlık altında inceliyor? Kategoriler denilen kavramların her birinin içeriği diğerinden nasıl farklı olabiliyor? Hangi bakımdan bu kavramları birbirinden ayırıyoruz? Nasıl ayırıyoruz? Burada zihinde hangi işlemler (Funktionen) olagelmektedir? Bunlardan bahsedeceğiz.

Aslında “Üç İpucu” yerine üç uğraklı bir ipucu da diyebiliriz çünkü bunlar birbirlerine eklemleniyor ve bir, tek ipucunun üç ayrı uğrağı olarak da düşünülebilirler. Bu üç ayrı ipucunun ya da burada göstermeye çalıştığı, birbirine bağlı diye düşünülen, tepeden bakıldıkta bir tek ipucunun izi sürüldüğünde bu bizi nereye götürüyor? Nereye gitmemiz gerekir? Bu ipucunu (ya da ipuçlarını) biz nasıl kullanacağız? Nasıl kullanabiliriz? Bunlardan ve dahası Kategorilerin nasıl “keşfedildiğinden” bahsedeceğiz.

Şimdi bu aslında büyük bir dert çıkarıyor. Sıklıkla dile getirilen kimi ezberler: 12 tane Kategori var, Anlama Yetisi var; nasıl ki Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) içerisinde Saf Bakma Kalıpları varsa, Anlama Yetisinin içerisinde de Saf Kavramlar var. Ne ki duyumsama yetisine ve bu yeti içerisindeki saf bakma kalıplarına (Uzay ve Zaman) baktığınızda ve bunlara ilişkin “niçin bu iki bakma kalıbı var da başka bir bakma kalını yok?” diye sorduğunuzda, Kritik içerisinde şunu yakalayacaksınız: Bu soru Kant’a göre yanıtı verilebilir bir soru değil. Bu böyle. Yapımız gereği bizde, Uzay ve Zaman denilen iki tane saf bakma kalıbı var. Bunlar aracılığıyla biz “intuitus” yani Görü oluşturabiliyoruz. Bu bakma kalıplarının sayısı niçin daha az ya da daha çok değil? Bilemiyoruz. Bilgimizin sınırı pek çok başka yerde olduğu gibi burada da keskince çizilmekte. Kategoriler ile ilgili olarak ise şu söylenebilir: Biz bunları öyle bir tarzda kuruyoruz ki bunlardan oniki tane ortaya çıkıyor. Ne ki kategorilerin içerikliğinin biricikliğinin niçini Felsefe Tarihi içerisinde, Kant’tan sonra gelen düşünürleri de aslında zorlamış bir soru. Sözgelimi Martin Heidegger bu soru üzerine epey kafa yoruyor ve sadece burada Kant’ın bize verdiği ipuçları ile bizim Kategorilerin tam da kaynağını keşfedemeyeceğimizi söylüyor. Burada epey problemli yer var. Bunları sermek istiyorum. Ayrıca metnin başka kısımlarına da gideceğim. Biz Kategorilerin kaynağını yakalamak istiyorsak, zorunlulukla metnin başka kısımlarına gitmek durumundayız. Bunlardan bir tanesi “Şematizm” (Schematismus) diye adlandırılan kısım. Kant’ın kendisi de El Yazmalarında (Handchriftlicher Nachlaß) bu bölümü diğer bölümlerin üstünde tuttuğunu ve çok daha önemli gördüğünü söylüyor.

Kategoriler ile ilgili problemleri şu şekilde sırayalabiliriz:

  1. Kategorilerin nasıl kurulduğu problemi: Kategoriler birer kavramdır (Begriff) dolayısıyla synthetik yapılardır. Dolayısıyla bizim bu synthesis’in ve bu synthetik yapının nasıl kurulduğunu; kategorilerin nasıl kurulduğunu yakalamamız lazım.
  2. A priori Bağlantı Problemi: Kategoriler Görünüşleri Yargıgücü (Urteilskraft) aracılığı ile kalıplar. Başkaca ifade edildikte, Kategorilerin altında Görünüşler düşünülür. Nasıl oluyor da benim Anlama Yetimin içerisindeki bu kavramlar ile, bu oniki saf kavram ile şu Görünüşler alanı bir biçimde uyuyor? Hangi Kategorinin altına hangi görünüşün getirileceği; tek tek durumlarda hangi kategori ile hangi Görünün düşünüleceği hiçbir biçimde gelişigüzel kotarılan bir iş değildir. Ne ki bu bir problem ve bunun Kant tarafından metinde nasıl hesabının verildiğini görmemiz gerekiyor. (Kant, Kategorilerin Görünüşler üzerinde nasıl kullanıldığı sorusunu Dissertatio’da sessiz kalarak geçiştirdiğini söylüyor. Nitekim bu dönem henüz bu konuyu çözememiştir.) Bir Kategorinin altına bir Görünün nasıl getirildiği meselesi yani “Subsumption” ya da Kategori altında tanıma işi de Kavramların kurulması ile ilgili. Bu yüzden, bir kavram ne demeye gelir, kavram nasıl kurulur, kavramın görüden farkı nedir sorularının yanıtının, hem 1. hem de 2. problemi çözebilmek için verilmesi gerekmekte.

Birinci İpucu

Kant’ın kendisi de aslında tam bunu yapıyor. Öncelikle bize birinci ipucunda şunu gösteriyor: bir kavram nedir? Intuitus’tan (Görü) farkı nedir? Her şeyden önce kavramların nasıl kurulduğunu, zihnin içerisinde hangi yolla kurulduğunu bize anlatacak. Metinde tam da bu kısma kadar bize Görünün (Anschauung) nasıl kullanıldığını ve kurulduğunu anlatmıştı. Görüler “Affektion” ile kurulur. “Şeyler” (Dinge) diyesim zihinden ayrı başına varolduğunu söylediğim şeyler bizi etkiledikleri sürece biz birtakım izlenimler (Eindrücke) kurarız. Dolayısıyla şu açık: Görülerin kurulması meselesi benim etkilenimime bağlı. Ben etkilendiğim sürece izlenimler, daha sonra görüler ve uzay ile zaman kalıplarının altına getirdikçe Görünüşler (Erscheinungen) kuruyorum. Görüler bu şekilde kuruluyor ama Kavramların kurulması bu şekilde olmuyor. Her şeyden önce, Kavramlar Duyumsama Yetisinde (Sinnlichkeit) ortaya çıkan Cognitio‘lar değil. Kant Cognitio sözcüğünü kimileyin bu biçimiyle kullanıyor kimileyin ise sözcüğün Almanca karşılığı olan Erkenntnis’i kullanıyor. Biz de, Almanca’da Erkenntnis diye karşılanan bu sözcüğü sıklıkla dar anlamı ile kullanıyor ve “Bilgi” diye karşılıyoruz. Halbuki bu sözcüğün, Cognitio’nun, bir geniş anlamı bir de dar anlamı var Kant’ta. Cognitio (1) geniş anlamı ile herhangi bir zihin ürünü ya da bir zihin yapıntısı demeye geliyor. Kant zihnin içerisinde ortaya çıkan ürünlere Cognitio diyor. Örneğin hem Görü (Anschauung) hem de Kavram (Begriff) bir Cognitio. Dar anlamı ile ise (2) Cognitio, Bilgi (Erkenntnis) demek.

Bu kullanımın arka planını Descartes’a götürmek mümkün. Zihnin içerisindeki en kök, en temel birim ise, Kant’ın kendisine ilişkin bir tanım vermenin bile güç olduğunu, zihnin içerisindeki hemen her şeyin ona göre tanımladığını söylediği “Tasarım”dır (Vorstellung).

Kavram işte tam da şöyle bir şey: bir tasarım altında birden çok tasarım. Bu da yalnızca bir işlem ile (Funktion) ortaya koyulabilecek bir şey. Bir Etkilenim (Affektion) ile Kavram ortaya koyamayız.

Geniş anlamda kullanıldığında birer Cognitio olan Kavramlar (Begriffe) zihninde, Görülerin kurulumuna benzer bir tarzda kurulmazlar. Kavramların nasıl kurulduğuna bakmamız lazım. Kavramların nasıl kurulduğuna genel olarak (überhaupt) bakarsak, empirik kavram ya da sav kavram diye ayırmadan genel bir tarzda bakarsak ve kavram nedir, nasıl kurulur bunun hesabını verebilirsek, Anlama Yetisinin Kavramları denilen, son derece özel bir tarzda kurulmuş bu kavramların da nasıl kurulduğunu belki çıkartabiliriz. Dolayısıyla ilkin belirli bir Kavramdan ve bunun nasıl kurulduğundan söz etmiyor Kant; “überhaupt” (genel olarak) her kavram nasıl kuruluyor bize bunu anlatıyor.

Kavram (Begriff) dediğimiz yapının Görüden (Anschauung) farkı Kant tarafından şu şekilde açıklanıyor:

“Görüler, duyumsama yetisinin ürünleri oldukları sürece, etkilenimlerle (Affektionen) kurulur, kavramlar ise zihin işlemleri ile (Funktionen).”

Kant, KrV, A 68 | B 93

(Funktion/Functio sözcüğünün Hume’daki karşılığı “mind operation”. Bu karşılığı bilmek bizim için Felsefe Tarihindeki bir tartışmanın eklem yerlerini apaçık biçimde görmek için önemli.) Demek ki Kavramlar (Begriffe) kimi işlemlerle kuruluyorlar yani Kavramlar etkilenerek kurduğumuz şeyler değil, zihin işlemleri ile kurduğumuz şeyler. Kavramları salt bir etkilenim ile kuramıyoruz. (Etkilenimin de salt bir maruz kalma olmadığı, zihince bir işleme gerektirdiği ise başka bir tartışmanın konusu.) Burada, Kavramların kurulmasına baktığımızda, çok katmanlı bir işten söz ediyoruz. Peki bu ne türden bir zihin işlemi? Kant’ın yanıtı şu şekilde: “Funktionen der Einheit” (Birliğe getirme işlemi) ya da “Einheit der Handlung” (ibid.) (Birliğe getirme edimi). Kavramların kuruluşu bir Birliğe getirme, bir araya getirme, bir toplama edimidir; bir “Einheit Functio”sudur. Dolayısıyla Kavramlar, genel olarak ifade edildikte, her defasında, bir birlik (unitas) içerisine getirilerek kurulur. Birliğe getirme “farklı tasarımları birbirine ekleme ve bunların çokkatlılığını bir genel tasarım ya da zihin yapıntısı altında düşünülecek tarzda toplama işidir.” (A 77 | B 103) Burada, genel bir tasarımın altında düşünülen pek çok tasarımdan söz ediyoruz. Kavram işte tam da şöyle bir şey: bir tasarım altında birden çok tasarım. Bu da yalnızca bir işlem ile (Funktion) ortaya koyulabilecek bir şey. Bir Etkilenim (Affektion) ile Kavram ortaya koyamayız. Bu işlem de bir Birliğe Getirme İşlemidir (Funktion der Einheit). Peki tasarımları genel bir tasarım altına getirdiğimizde, bunları iç içe geçirdiğimizde ya da birkaç tasarımı bütünübir bir tarzda toparladığımızda tam da ne oluyor? Yani bir Unitas (Birlik) kurduğumuzda aslında olan nedir? Buna bakmamız lazım.

Farklı tasarımları genel bir tasarım altına getirdiğimizde ilkin bizim için, olanaklı olarak pek çok şey ortaya çıkıyor. Bu ne demek? Eğer siz pek çok tasarımı bir tasarım altına getirirseniz, bu genel tasarım içerisindeki bu çokkatlılığı (Çokkatlılık= Mannigfaltigkeit, bütün yapıtın içerisindeki en temel sözcüklerden biri) bir biçimde kullanabilirsiniz. Bu nasıl olabilir? Bir araya getirdiğiniz bu çokkatlılığı tekrar ayırırsınız, nitekim bu çokkatlılık bir unitas (Einheit/Birlik) oluşturan bir çokkatlılıktır. Bu Çokkatlılığı ayıra ayıra Yargılar ortaya koymak (urteilen) söz konusu olabilir. O halde tüm Kavramlar olanaklı halde yargıda bulunmayı, yargılar ortaya koyabilmeyi (urteilen) imler. Kavramlar synthetik yapılar oldukları, Birliğe getirme işlemleri ile kuruldukları ve çokkatlı tasarımlar oldukları için, isterseniz bu çokkatlılığı açabilirsiniz ve bu çokkatlılık bölündükte, parçalandıkta açığa çıkan tasarımları (sözgelimi Kavramları) sermek ve birbirine bağlamak söz konusu olabilir. Buna örnek olarak “Cisim” (Körper) kavramı düşünülebilir. Cisim kavramı empirik bir kavramdır, tüm öteki kavramlar gibi, bir Birliğe getirme işlemi sonucunda kurulmuştur. Cisim kavramı bize kendisinden hareketle kimi yargılar (Urteile) kurmak olanağını verir. Olanaklı biçimde, bir Kavramdan birden çok Yargı (Urteil) ortaya çıkabilir. Buna göre, Cisim Kavramının içerisindeki çokkatlılığı analysis’e tabi tuttuğumuzda -pek çok öteki yargının yanında- şu yargılar da ortaya çıkacaktır:

  • Bütün Cisimler bölünebilirdir (teilbar).
  • Bütün Cisimler yer kaplar (extensio).
  • Bütün Cisimler bir geçirmezliğe iyedir (impenetrabilitas).

Yer Kaplama (Extensio) ve Bölünebilirlik (Teilbarkeit) Cisim Kavramının içerisinde bulunan ve bu kavramın içerisinde her an örtük olarak düşündüğümüz kavramlardan ikisi. Dolayısıyla bizim burada yaptığımız iş şu şekilde açıklanabilir: Yer Kaplama Kavramını, Bölünebilirlik Kavramını, Geçirmezlik Kavramını (-Locke’un Newton’dan hareketle “Solidity” diye adlandırdığı kavram) ve öteki kimi kavramları (sözgelimi Sertlik-Yumuşaklık, Islaklık-Kuruluk, Bir Renge iye olma) biz her an örtük olarak Cisim kavramının içerisinde düşünürüz. Cisim salt yer kaplama değildir, salt geçirmezlik de değildir, salt bölünebilirlik de değildir; Cisim olmayan ama bölünebilir olan diyesim Bölünebilirlik kavramının kendileri için söz konusu olduğu kimi öteki nesneler de var: sözgelimi Geometrinin kavramlarından “çizgi”. Dolayısıyla Cisim kavramının kurulmasında yapılan iş, zihnin Birliğe Getirme işlemi (Funktion der Einheit) aracılığıyla yeni bir Cognitio (1) oluşturması; farklı tasarımları bir genel tasarım altında toplamasıdır. Cisim kavramı içerisinde bir kavram çokkatlılığı barındırmaktadır. Bu çokkatlılığa bakılıp ve içerisinden bir kavram seçilip, bu kavramın da nasıl kurulduğu soru konusu edilebilir. Sözgelimi “impenetrabilitas” (Undurchdringlichkeit/Geçirmezlik) kavramındaki “Birliğe Getirme İşlemi” (Funktion der Einheit).

“Her bir yargıda, pek çok kavram için geçerli ve bu pek çok [kavram] arasında yine, nesneye dolaysız biçimde bağlanan, verili bir tasarımı yakalayan (begreift) bir kavram vardır.”

Kant, KrV, A 58 | B 93

Impenetrabilitas (Geçirmezlik) kavramının nasıl kurulduğunu bulmak için, yukarıdaki alıntıda da işaret edildiği gibi bu kavramın kendilerine bağlandığı Görünüşlere (Erscheinungen) bakmak gerekir. Burada kavramın içeriği karşımıza belli türden Görünüşlerin zihince syntezlenen bir kuralı olarak çıkacaktır. Görünüşlerden hareketle burada bir kural oluşturulmuştur ve bu kural karşımıza bir Cognitio (1) olarak diyesim bir Kavram (Impenetrabilitas) olarak çıkmaktadır.

İkinci İpucu

…zihnin içerisinde nasıl oluyor da bu birliğe getirme işlemleri kotarılıyor ikinci uğrakta buna bakarsak; düşünme denilen bu toparlama işinin, birliğe getirme işinin, yargıların kurulmasında kaç biçimde yapıldığını, kaç tarzda yapıldığını serersek, Anlama Yetisinin içerisindeki Kavramların yani Anlama Yetisinin Saf Kavramlarının neler olduğunu çıkartabiliriz.

Dolayısıyla Kavram (Begriff/Conceptus) bizim olanaklı halde yargılar ortaya koyabileceğimizi gösterir. Demek ki bi zihnimizin nasıl yargı ortaya koyabildiğini yakalarsak ve bu “Birliğe Getirme İşlemlerini” kaç tarzda yaptığını çıkarırsak, Kavramların ve dolayısıyla Kategoriler denilen kavramların da nasıl kurulduğunu yani düşünme işleminin nasıl kotarıldığını bulabiliriz. O halde ilk ipucu bize şunu söylüyor: Biz ilk uğrakta kavramların birliğe getirme işlemleri aracılığıyla kurulduğunu gördük, imdi zihnin içerisinde nasıl oluyor da bu birliğe getirme işlemleri kotarılıyor ikinci uğrakta buna bakarsak; düşünme denilen bu toparlama işinin, birliğe getirme işinin, yargıların kurulmasında kaç biçimde yapıldığını, kaç tarzda yapıldığını serersek, Anlama Yetisinin içerisindeki Kavramların yani Anlama Yetisinin Saf Kavramlarının, bu temelde kurduğumuz ve Kategoriler dediğimiz kavramların neler olduğunu çıkartabiliriz. Öncelikle düşünmenin hangi biçimlerde kurulduğunu, düşünmenin “Functio”sunu (İşlemini) yakalayalım. Bu ne demeye geliyor? Tam da şu: En temelde nasıl “birliğe getirdiğimizi” yakalarsak, kategorilerin nasıl kurulduğunu da göreceğiz. Nitekim farklı farklı tasarımların zihnimizde nasıl toparlandığı işi bir “Birliğe Getirme İşlemi” olarak adlandırılıyor. Bu birliğe getirme işinin kaç biçimde kotarıldığını yakalarsak eğer biz yargılardan hareketle Kategorilerin neler olduğunu da çıkartabiliriz. Kavramların olanak halinde Yargılar (Urteile) demeye geldiğini yukarıda belirtmiştik. Anlama Yetisi bir kere kavram ortaya koyduğu zaman yargı ortaya koymadan edemez ve kuruduğu kavramlar aracılığıyla yargılar ortaya koymaktan başka bir şey yapamaz.

“Düşünmek, kavramlar aracılığıyla Bilgi [ortaya koymaktır].”

Kant, KrV, A 69 | B 94

Demek ki düşünmek toparlayabiliyor, düşünmek ile biz bir “unitas” (birlik) oluşturabiliyoruz. Ne ki kavramlar kurguladığımız (einbilden) şeylerdir ve bu kurgulamamızın nasıl kotarıldığını da açıklamamız gerek. Buradan hareketle Kant’ın Kurgulama/İmgeleme Yetisinden (=Einbildungskraft/Imaginatio) söz ettiğini göreceğiz. Kategorileri kuran yapı tek başına Anlama Yetisi (Verstand) değildir, bunların kurulmasında Kurgulama/İmgeleme Yetisi (Einbildungskraft) da çok temel bir rol oynar. Kategoriler denilen kavramlar yani her seferinde kendileri aracılığıyla Görünüşleri (Erscheinungen) düşündüğümüz bu düşünme kalıplarını biz el yordamı ile, bunlar kullanıldıkça bulacak değiliz. Nitekim biz bunları gündeliklikte, her an kullanmaktayız. Felsefe tarihinde de olup biten bu türden bir şeydir diyesim Kategorileri el yordamı ile serme işidir. Anlama Yetisini çalıştırdığımız zaman, tekrarlanan bir tarzda bu yetinin içerisinde karşımıza çıkan ve kullanımını yakaladığımız kimi kavramlar var. Bu kavramlar kurulmuş Deneyimin içerisinde de karşımıza çıkmakta nitekim bunlar deneyimin kurulması için zorunlu. Karşımıza çıkan bu kavramların kimileri daha sık kimileri ise daha seyrek bir tarzda kullanım bulmakta. O halde bu kavramları Anlama Yetisinin kullanımından hareketle, sözgelimi “daha sık kullanım bulan kavramlar” ve “daha seyrek bir tarzda kullanım bulan kavramlar” diye bir tür önem sıralaması içerisinde sermek mümkün. Bu yolla Kategoriler denilen bu hep yeniden, bir tekrar içerisinde kullanılan ve Deneyimde söz konusu olan kavramları el yordamı ile çıkartmak mümkün. Ne ki bu türden bir el yordamı ile serme işinde yaptığınız iş eksik kalabilir dahası bu işin nerede sonlanacağını çıkartmak da son derece güç bir iştir. Bu bakımdan bu yol, Kategorileri sermek için sağlam bir yol gibi görünmemektedir. Kant burada Anlama Yetisi içerisindeki bu Kategoriler denilen kavramları, Transzendental Mantık içerisinde bir ilkeye (Prinzip) göre soruşturduğunu söylüyor (KrV, A 67 B 92). Elimizde bir ilke ile Saf Kavramları, diyesim zihnin Görünüşleri düşünürken kullandığı ve hep yeniden kullandığı bu kavramları çıkartmağa çalışırsak eksiksiz biçimde bunları serebiliriz. “Ne artan ne eksilen, mutlak (absolut) bir Birlik (Einheit), doğum yerleri olan Anlama Yetisinin içerisinde karşımıza çıkan ve herhangi bir şey ile karışmamış” (ibid.) olan ve Görünüşlerde kullanımı olan bu kavramları, o halde, biz bir ilkeye göre bulalım. Bu ilke nedir? Bu ilke kavramların nasıl ortaya koyulduğunu bize veren ilkedir. Kavramlar nasıl ortaya koyulur? Başkaca ifade edildikte: Düşünmede kotarılan işlem nedir? Düşünmedeki işlemi, saf düşünmenin ilk elde kotardığı “Birliğe Getirme İşlemleri”ni bulursak işte o zaman Kategorileri buluruz. İmdi şu sorular sorulmalı: neyi birliğe getiriyoruz, nasıl birliğe getiriyoruz, nasıl toparlıyoruz ve bu birliğe getirmeyi kaç biçimde yapıyoruz? Kant’ın bize verdiği ikinci ipucu tam da beriki soru (birliğe getirmeyi kaç biçimde yapıyoruz?) ile ilgili.

İkinci ipucunun izini sürdüğümüzde burada karşımıza Yargılar Tablosunun (Urteilstafel) çıktığını görüyoruz.

Yargılar Tablosu (Urteilstafel), KrV A70 | B 95

Kavramların olanaklı halde yargılara işaret ettiğini daha önce belirttiydik. Yargılarda düşünme işlemi nasıl gerçekleştiriliyor? Bu tabloya baktığımıza karşımıza çıkan şey şu: yargılar nicelik, nitelik, ilişki (Relation) ve Kiplik (Modalität) bakımından ele alınmış. Burada Kant, birliğe getirme işlemlerinin kaç biçimde gerçekleştirildiğini göstermeye çalışıyor. Zihin düşünme aracılığıyla kaç biçimde ya da tarzda Birliğe (Unitas/Einheit) getirebiliyor? Yanıt: dört ayrı tarzda.

Düşünme aracılığıyla Birliğe getirme işi Nicelik (Quantität) (1) bakımından değerlendirildikte şunlar söylenebilir: bu işlem ya her şeyi kapsayacak tarzda ve çok geniş biçimde kotarılıyor (Genel Yargılar/Allgemeine); ya kimi şeyleri bir araya getirecek tarzda birliğe getirme işi söz konusu (Özel/Besondere); ya da tek bir şeyi göz önünde bulundurur tarzda, sınırlı biçimde (Tekil/Einzelne) kotarılıyor. Dolayısıyla Nicelik bakımından değerlendirildikte, Birliğe Getirme işleminin ya çok geniş tutulduğu ya sınırlı tutulduğu ya da tek bir tasarım üzerine yargı ortaya koyulduğu söylenebilir. Demek ki Nicelik bakımından ele alındıkta “Funktion der Einheit” (Birliğe Getirme İşlemi) böyle söz konusu oluyor.

Peki Nitelik (Qualiät) (2) bakımından değerlendirildikte birliğe getirmek nasıl olur? Yanıt şu şekilde veriliyor: 1. ya evetleyerek birliğe getiriyoruz (Evetleyen Önermeler/Bejahende: “-dır”); 2. ya değilleyerek bir araya getiriyoruz (Değilleyen Önermeler/Verneinende: “-değildir”); 3. ya da varolanların arasında hangi gruba dahil olmadığını söyleyerek bir birliğe getiriyoruz (Unendliche/Sınırsız Yargılar: “x olmayandır”).

Üçüncüleyin, düşünme aracılığıyla birliğe getirme işlemi İlişki (Relation) (3) bakımından değerlendirildikte neler söylenebilir? 1. ya bu birliğe getirme işlemi kategorik bir tarzda yapılır, iki kavram birbirine bağlanır (kategorik yargılar); 2. ya “böyle ise şöyledir” diyoruz, iki yargıyı bir unitas‘a getiriyoruz (hypothetik yargılar); 3. ya da “ya böyledir, ya şöyledir, ya da şöyledir” diyoruz, mantıksal olanaklılık içereden birden çok yargıyı bir nesneye ilişkin bilginin tüm alanını kaplayacak tarzda kuruyoruz (disjunktiv yargılar).

Dördüncü olarak, birliğe getirme işleminin, yargının içeriğini bakımından değil de “yalnızca genel olarak düşünme ile ilişkisi içerisinde copula‘nın değeri bakımından” (A 74 | B 100) ele alındığını görmekteyiz (Modalität) (4). Demek ki, düşünme işlemini nasıl kuruyoruz diye sorduğumuzda buna kiplik bakımından da bakılabilir. Biz düşünme işlemini (kavramlar aracılığıyla düşünme) ortaya koyarken 1. ya olanaklı olduğunu söylediğimiz yargılar ortaya koyuyoruz (problematik yargılar); –bu yargılar da düşünmenin bir uğrağına (moment) işaret eder. Hangi uğrağına? Yanıt: Anlama Yetisinin düşünmesine. Anlama Yetisi (Verstand) bize olanın öyle olduğunu söyler, olanın niçin öyle olduğunu ya da zorunlulukla öyle olduğunu söylemez (Aristoteles’in eski bir önermesi!)– 2. ya düşünme işlemini öyle bir tarzda gerçekleştiririz ki bu başka bir bilme yetisinin düşünmesine işaret eder. Bu bilme yetisi Yargıgücüdür (Urteilskraft). Yargıgücü şu şekilde çalışır: Anlama Yetisi olanın öyle olduğunu söyler, Yargıgücü de “eğer bu böyle ise, o halde bunun birtakım sonuçları vardır” diye ekler. Yargıgücü, Anlama Yetisidir “bu şöyledir” önermesinden hareketle, “böyle ise o halde şöyledir” diyen yetidir, bu da düşünmenin ayrı bir uğrağına işaret etmektedir. Burada düşünme işleminin Yargıgücü bakımından nasıl gerçekleştirildiğini görmekteyiz ve bu işlem sonucunda ortaya çıkan önermeler “mantıksal gerçeklik” (logische Wirklichkeit) içerir; 3. ya da düşünmenin üçüncü uğrağında Akıl (Vernunft) denilen yeti aracılığıyla mantıksal zorunluluk (logische Notwendigkeit) ortaya koyan önermeler (apodeiktik/apodiktische) kurarız. Dolayısıyla düşünmenin üç uğrağı vardır ve bu iç uğrak ile iç ayrı düşünme yetisine diyesim Anlama Yetisine (Verstand), Yargıgücüne (Urteilskraft) ve Akıl’a (Vernunft) işaret edilmektedir.

Düşünmenin Üç Uğrağı

Dolayısıyla düşünmenin içerisinde kimi işlemler var. Bunların nasıl gerçekleştiğine baktık. Buradan hareketle diyesim bu ikinci ipucundan hareketle Kategorilerin keşfedilmesine bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Birinci ipucu ise bize şunu gösterdiydi: Kavramlar birliğe getirme işlemi ile kurulur. Kategoriler ise düşünmeye yarayan en temel kavramlardır. İkici ipucu ile beraber ise şunu sorduk: Nasıl düşünüyoruz, düşünme işlemleri nasıl gerçekleşiyor? Bunu da Nitelik, Nicelik, İlişki bakımlarından ele aldık. Şimdi üçüncü ipucu içerisinde, görünüşleri düşünme işi nasıl gerçekleşiyor diye soracağız. Bu kısımda Kategorilerin nasıl ortaya çıktığına işaret edilecek. Bu kısım B basımında 10. kısım olarak geçiyor, Kant’ın attığı başlık işe su şekilde: “Tüm Saf Anlama Yetisi Kavramlarını Keşfetmek için İpucu”. Burada Kant ile birlikte adım adım ilerleyebilmek için metine dönmek istiyorum. Nitekim metnin tam da bu kısmında Kant bize buradan sonra yapacağı işin adeta tamamının haritasını vermekte. Yapılan iş, Kant’ın ifadesini kullanmak gerekirse, çokkatlı (mannigfaltig) bir iş ve bu işi çözmek için hem Saf Aklın Eleştirisinin “Şematizm” diye adlandırılan kısmına hem de kimi öteki Kant metinlerine (sözgelimi Jäsche Mantığı, Mantık ve Metafizik Refleksiyonları) gitmek gerekiyor. B 102 – B 106 arasında yer alan ve üçüncü ipucu diye ayıracağım bu son derece yoğun kısmı metnin ayrıntıda hesabını vererek sermek ve böylelikle Kategorilerin nasıl kurulduğunu göstermek istiyorum.

Üçüncü İpucu

Metnin hemen ilk kısmında Kant bize Transzendental Mantığın, Genel Mantıkla karşılaştırıldıkta iye olduğu avantajı hatırlatıyor: Transzendental Mantık’tan önce, Transzendental Estetik diye adlandırılan bir bölüm ve yapılan bir soruşturma var. Bu, Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) kurallarına ilişkin bir transzendental soruşturma. Bu soruşturma içerisinde iki ürün bulundu: saf uzay ve saf zaman denilen bakma kalıpları. Genel Mantık ise Transzendental Mantık’tan farklı olarak “bilgiyi tüm içeriğinden sıyırıyor” (B 102). O halde transzendental mantığın önünde uzay ve zaman birer saf bakma kalıbı olarak duruyor diyesim Transzendental Estetik, Transzendental Mantık’a bu data’yı “sunuyor” ve biz transzendental mantığın içerisinde bunların nasıl kullanılabileceğini ve nasıl bir rolü olduğunu metni takip ettikçe ayrıntılı biçimde göreceğiz.

Transzendental Mantık karşısında şunu görüyor: uzay ile zaman, Görünüşlerin içerisinde birer çokkatlılık (Mannigfaltigkeit) olarak zaten bulunmaktadır. Görünüşler alanına baktığımızda, uzay ve zamanın kendilerini doğrudan göremeyiz ama uzay ve zamanın çokkatlılığını görebiliriz. Uzayın, Görünüşler içerisindeki çokkatlılığı karşımıza her şeyden önce “Biçimler” (Gestalten) olarak çıkar. Uzay burada biçimler olarak diyesim synthezlenmiş bir halde vardır. Peki, Syntezleyen yetinin adı ne? Kurgulama/İmgeleme Yetisi (Einbildungskraft). Kurgulama Yetisi Uzaydan Saf Biçimleri syntezliyor ve Görünüşlerin içerisine yerleştiriyor. Demek ki, baktığımız şu Görünüşler (Erscheinungen) alanının içerisinde saf birtakım ögeler var. Burada a priori bir kullanımdan söz etmek mümkün. Bu a priori kullanım geometricinin yaptığı işe işaret ediyor. Geometrici, 1. Görünüşler alanında karşılaştığı nesnelerin biçimlerini diyesim nesnelerin saf kısımlarını bunlardan sıyırarak alabilir (absondern) ve geometinin kavramlarını kurabilir; 2. ya da Görünüşlerin saf kısmını kullanarak synthesis ile yeni biçimler ortaya koyabilir. Geometri bu yaptığı iş ile deneyimden ve duyumsamadan bağımsız nesneler ortaya koymakta ve karşımıza sapasağlam bir bilgi alanı (Wissenschaft) olarak çıkmaktadır.

Dolayısıyla ilkin, Empirik bütünübir olanın yani Görünüşlerin (Erscheinungen) içerisinde saf bir kısım olduğunun yeniden altı çiziliyor: uzaydan synthezlenmiş saf bir çokkatlılık (mannigfaltige) var (=Biçimler). Uzaydan hareketle synthezlenmiş bu çokkatlılığı yakalamak, zamandan hareketle synthezlenmiş çokkatlılıkları yakalamaktan çok daha kolay. Nitekim Zaman kalıbının da Görünüşlere yedirilmesi ile, bunların içerisinde Zamanın çokkatlılığı ortaya çıkıyor. Zaman kalıbı ile birlikte, diyesim Görünüşler içerisine Zaman kalıbının yerleştirilmesi ile birlikte artık bunlar adeta “hareketli bir film” haline geliyor. Nitekim devinimin olanaklılığının koşulunu veren şey de Zaman denilen bu saf bakma kalıbının kendisi. Zaman kalıbı tasarımları dizmeye ve tutmağa yarayan kalıp idi ve öncelik-sonralık ilişkileri de Zaman kalıbının kullanımı (Erzeugung) ile ortaya çıkıyordu. İmdi Zamanın çokkatlılığının, tıpkı Uzayın çokkatlılığı (=Biçimler) gibi Görünüşlerin içerisinde olduğu belirtildi. Demek ki Zamandan ötürü söz konusu olan kimi ilişkiler (Verhältnisse, Relation değil!) var. Zamanın çokkatlılığı bizim için yine Görünüşlerin içerisinde bir saf kısım olarak duruyor. İmdi bunlar serildikte, yeniden şu sorulabilir: Kategoriler nasıl kuruluyor? Kategorilerin kurulması ilkin uzayın ve zamanın görünüşler içerisine yedirilmiş bu “çokkatlılığının öncelikle belli bir tarzda üzerinden geçilmesi, ele alınması ve bağlanması” (B 102 | A 77) ile olur. Kant bu edime “Synthesis” adını veriyor (ibid.). Düşünme edimi ya da Birliğe Getirme Edimi öncelikle [Uzayın çokkatlılığı ile birlikte] Zamanın çokkatlılığını bağlıyor; üzerinden geçiyor, ele alıyor ve genel bir tasarım haline getiriyor. Demek ki bizde herhangi bir bilginin kurulmasının önkoşulu ilkin Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) a priori syntezlenmiş saf çokkatlılığının belli bir tarzda “üzerinden geçilmesi (durchgehen), ele alınması (aufnehmen) ve bağlanmasıdır (verbinden). Bunu niçin yapıyoruz? Bir bilgi (Erkenntnis) ortaya koyabilmek için. Burada metinde biraz geriye, Transzendental Estetik’in Giriş kısmına (A 19 | B 33) gitmemiz gerekiyor. Burada Kant şöyle diyor:

“Bilgi nesnelere hangi tarzda bağlanırsa bağlansın ve hangi araçla bağlanırsa bağlansın, bilginin nesnelere onun aracılığıyla dolaysızca bağlandığı ve araç olarak tüm düşünmenin hedeflediği şey Görüdür (Anschauung).”

Kant, Krv, A 19 | B 33

Bu paragraf bize şunu söylüyor: “Bilgi” (Erkenntnis/Cognitio) bir tarzda zaten var ve nesnelere bağlanıyor. O halde şunu sormak yerinde olacak: Bilgi nasıl kuruluyor? Tekrar B 102’ye döndüğümüzde, Kant’ın burada bu “bilgi”nin nasıl kurulduğunu diyesim Kategorilerin nasıl kurulduğunu anlattığını göreceğiz. Bunu şöyle ifade etmek de mümkün: Tüm deneyim bilgisinin temelinde, ilkin ve ilk elde kurulan a priori Bilginin nasıl kurulduğu anlatılıyor. Demek ki “saf çok çokkatlılığın üzerinden geçilmesi, ele alınması ve bağlanması” Bilgi (Erkenntnis) ortaya koyuyor, bu bilgi a priori ortaya koyulmuş bir bilgi. Bizde tüm öteki bilgilerin temelindeki ilk bilgi, başka şeylere bağlanan bilgi saf bir bilgidir, synthetik bir yapıdır. Bizde duyumsama yetisinin içerisindeki saf kalıpların kullanımında ortaya çıkan çokkatlılık (Mannigfaltigkeit) eğer belli bir tarzda ele alınmaz, bağlanmaz ve üzerinden geçilmezse bu “ilk bilgi” kurulamaz. Bu ilk bilginin kurulması ve nesnelere bağlanması işi aslında kategorilerin kurulması ve bunların Görünşlere (Yargıgücünün bir işlemi ile ortaya koyduğu saf transzendental Şema (Schema) ile) bağlanması işi. Heidegger’in Kant und das Problem der Metaphysik (Kant ve Metafizik Sorunu) adlı yapıtında ifade ettiği gibi (§12, S. 57) Kategorilerin “saf görü ile bağlantılılığı” (reine Anschauungsbezogenheit) var. Eğer biz Kategorilerin saf görü ile bağlantısını çıkartamazsak, bunların kökenini (Ursprung) keşfedemeyiz ve Kant’ın bize burada verdiği ipuçları da işe yaramaz hale gelir.

Metinden devam edelim. “En genel anlamı ile Synthesis’ten anladığım şu:…” diyor Kant. Buradaki “en genel” (allgemeinste Bedeutung) hiçbir biçimde gelişigüzel tarzda buraya yerleştirilmiş değil. Aksine, Kant bize en genel tarzda synthesis’in nasıl kotarıldığını anlatacak, buradan hareketle biz çok özel bir synthesis ile kurulan Kategorilerin nasıl kurulduklarını da çıkartabileceğiz.

“En genel anlamı ile Synthesis’ten anladığım şey farklı farklı tasarımları birbirine yedirmek, birbiri üzerine koymak ve bunların çokkatlılığını bir Bilgi içerisinde kavramak edimi.”

Kant, KrV, B 103

Bir synthesis ne zaman saf olur? “Çokkatlılık empirik değil de a priori verili olduğu zaman. Uzayda ve Zamanda olduğu gibi.” (ibid.) Buna göre, Uzay ile Zamanın Görünüşlerin içinde yer alan çokkatlılıkları bize zaten verili. Biz bu çokkatlılığı ne yapabiliriz? Ele alabiliriz, üzerinden geçebiliriz ve birbirine yedirebiliriz; yani düşünme işlemini (Kurgulama Yetisi ile Birlikte) kullanabiliriz. Düşünme toparlar, biraraya getirir. O halde bu çokkatlılıklardan bir (ya da daha çok) Bilgi (Erkenntnis/Cognitio) oluşturmak mümkün. Bir adım daha attığımızda Kant yine son derece temel bir şey söylüyor: “Hiçbir kavram içerik bakımından analytik olarak ortaya çıkmaz.” (ibid.) Kavramlar synthetik diyesim kurulmuş, oluşturulmuş yapılardır. O halde şunu söylemek zorunlu: Kategoriler, Anlama Yetisinin içerisinde kurulmadan önce tıpkı birer doğuştan ide (idea innata) gibi bulunuyor değillerdir. Kategorilerin Anlama Yetisinin içerisinde nasıl kurulduğunun ve nasıl ortaya çıktıklarının hesabını vermek Felsefe Tarihinin günümüze aktardığı, çözülememiş en temel birkaç sorunundan biridir.

Kategoriler kavramdır, synthetik yapılardır ve Birliğe Getirme işlemleri aracılığıyla kurulurlar. Dolayısıyla burada Kant’ın bize verdiği ipuçları aracılığıyla biz bir kez daha şu soruları soracağız: Kategoriler ne türden birliğe getirme işlemleri aracılığıyla kurulurlar? Burada “birliğe getirilen” nedir? Hangi tasarımları ele aldık, üzerinden geçtik ve birbirine ekledik? Kategoriyi nasıl kurduk? Yanıtları apaçık vermek gerekiyor. Üzerinden geçtiğimiz, ele aldığımız ve birbirine eklediğimiz tasarımlar, uzay ve zamanın saf çokkatlılığıdır. Biz Kategorileri bu çokkatlılık sayesinde, Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) ve Anlama Yetisinin (Verstand) içerisindeki düşünme edimi aracılığıyla kurarız.

Bundan sonra metinde karşımıza çıkan tümce paranteze alınarak okunmalı: “Bir çokkatlılığın synthesis’i -ister empirik olsun ister a priori verilmiş olsun-ilkin ortaya başlangıçta hala ham ve muğlak olabilen ve Analysis gerektiren bir bilgi ortaya koyar.” (ibid.) Bu şu demeye geliyor: Kavramları kurabilir yani synthesis işlemini kotarabiliriz, ne ki synthesis (biraz daha aşağıda Kant’ın da bize söyleceği üzere) bunun pek de ayırdında olmadan zihince gerçekleştirdiğimiz “kör” [kotarılan] bir iştir. Bir Kavramı (Begriff/Conceptus) kurmuş olmak demek bir kuralı kurmak ve elde bulundurmak demektir. Kavram böylece bütünübir bir şekilde kurulduysa ve herhangi bir Analysis’e ihtiyaç duyulmadı ise bu kuralı kullanabiliriz ama bu, kuralın tam da ne demeye geldiğini bildiğimiz anlamına gelmez. Kavram onu analysis’e tabi tutmadığımız sürece, mutğlak (verworren) bir tarzda zihinde yer etmeye devam eder. Bir kavramın muğlak olması (mantıksal seçiklik) o kavramın bir kural olarak kullanımına hiçbir engel teşkil etmez. Örneğin “cisim” denilen empirik kavramı hemen hepimiz kurmuşuzdur ve gündeliklikte sıklıkla kullanmaktayız. Kavramı kurmuş olmak bir kuralı kurmuş olmak demektir, burada “cisim” kavramı da bu kavramın altında yalnızca belli türden Görünüşlerin (diyesim tek tek cisimlerin) yakalanabileceği çok özel bir kurala işaret eder. Ne ki, ne zaman bu kavramı Akıl (Vernunft) denilen yeti aracılığıyla deşeriz, böleriz yani analysis’e tabi tutarız, o zaman “her an bu kavram içerisinde örtük ve muğlak olarak düşündüğümüz” çokkatlılık açığa ve su yüzüne çıkar. Kavramda seçiklik düşünmeye ilişkindir (logisch) ve bu şekilde elde edilir. Kavramda “seçiklik” felsefecinin temel bir derdine ve onun gündelikliğin içerisinden sonunda sıyrılıp kendisini gerçekleştirebilmek için sıkı bir adım atmasına işaret eder.

Bir sonraki tümce şöyle: “Synthesis, Bilginin ortaya koyulabilmesi için birtakım ögeleri toparlayan ve bunu belli bir içeriğe bağlayan şeydir.” (A 78) Kant burada işi daha da inceltecek ve Kurgulama/İmgeleme Yetisini (Einbildungskraft) devreye sokacak. Kant Synthesis’in nasıl kurulduğunu bize farklı bir ayırımı da hesaba katarak, işi incelterek anlatacak: “Biz eğer bilgimizin ilk kaynağına ilişkin bir yargıda bulunmak istiyorsak, ilk dikkat etmemiz gereken şey Synthesis’tir.” (ibid.) Bizde öteki hayvanlarda bulunmayan bir olanak var, içiçe geçmiş yapılar kurabiliyoruz. Kavram kuramamak demek yalın tasarımlar dünyasında yaşamak demek. Biz insan olabilen hayvanlar, yalın tasarımlar dünyasında yaşamıyoruz. Biz, synthetik tasarımlar kurabilen, kavramlar aracılığıyla düşünebilen varolanlarız. Öteki hayvanlardan da bu olanağımızla ayrılıyoruz. Ne ki asıl “değer”imiz ve dignitas‘ımız bu kavram kurabilmek ve salt düşünmek olanağımız ile ortaya çıkmıyor Kant’a göre. İnsanın dignitas‘ından ve değerinden söz edebilmek için başka bir şey gerekecek.

“Genel olarak (überhaupt) Synthesis, bizim biraz sonra göreceğimiz biçimde, Kurgulama Yetisinin (Einbildungskraft) salt bir etkisidir.” (A 78 | B103) Biraraya getirebilen yeti Kurgulama/İmgeleme Yetisidir. Bu yeti “kör” bir yeti ama ruhun (zihnin) bir kenara koyamayacağımız, kaçınılmaz bir işlemini gerçekleştiriyor. Synthesis, zihnin olmazsa olmaz bir işlemi. Niçin? Çünkü synthesis olmasaydı yani Kurgulama Yetisinin bu işlemi (Functio) olmasaydı “biz hiçbir yerde bilgi ortaya koyamazdık, ne ki biz bu işlemin pek az ayırdındayız.” (ibid.) Buradan sonraki kısmı açarak çevirelim: “Ne ki kurgulama yetisinin bu Synthesis’ini kavramlara getirmek (auf Begriffe bringen) diyesim bundan bir kavram oluşturmak, Anlama Yetisine (Verstand) düşen bir iştir.” (ibid.) Yani Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) toparlayacak ve bağlayacak ama kavram haline getirmek yani düşünme kalıbı haline getirmek Anlama Yetisine düşüyor. “Bu bize asıl anlamda bilgiyi yapan, ortaya koyan şeydir.” (ibid.) Bir sonraki cümle son derece kapalı ve ilk bakışta onu anlaması güç gibi görünüyor ne ki bir kez çözüldükte o da yerine tastamam oturuyor:

“Saf synthesis, genel olarak tasarlandıkta, saf Anlama Yetisi kavramını verir.”

Kant, KrV, A 78 | B 104

O halde Kategorinin nasıl kurulduğunu bulduk: saf Synthesis ile! Buradaki “allgemein vorgestellt” (genel olarak tasarlandıkta/düşünüldükte) vurgusu şunun için var: genel (allgemein) yani oniki (12) kategorinin onikisi için de geçerli bir tarzda diye düşünüldükte.

Kategoriler Tablosu (KrV, A 70 | B 95)

Kant burada allgemein vorgestellt (genel olarak düşünüldükte) yerine sözgelimi spesifisch vorgestellt (özel olarak, spesifik olarak düşünüldükte) demiş olsaydı, her bir Kategorinin içerisindeki saf synthesis’e ayrı ayrı vurgu yapmış olacaktı. Ne ki her bir Kategorinin içerisindeki synthesis’i ayrı ayrı kurallar olarak metnin Schematismus (Şematizm) diye adlandırılan kısmında anlatacak. Dolayısıyla burada genel olarak Anlama Yetisi kavramlarının kurulmasında söz konusu olan synthesis’in nasıl bir synthesis olduğu -her bir Kategorideki biricik synthesis göz önünde bulundurulmadan- anlatılıyor. (Anlama Yetisi kavramının kurulmasında rol oynayan saf transzendental synthesis, Kurgulama Yetisinin (Einbildungskraft) gerçekleştirdiği pek çok başka synthesis’den yalnızca bir tanesi. Kant bu öteki synthesis’leri “Saf Anlama Yetisi Kavramlarının Deduktion”u başlıklı kısımda ve diğer yapıtlarında (Sözgelimi Anthropoloji Kitabı ve Metaphysik Refleksion’larında) kimileyin örtük biçimde kimileyin ise apaçık bir tarzda ele alacak.) (Heidegger’in de bu farklı synthesis’lerin ayırdında olduğunu ve bunları “ontik synthesis” ve “ontolojik synthesis” olarak adlandırdığını belirtmekte yarar var. (Bkz., Heidegger, Vom Wesen des Grundes) Bu synthesis, diyesim Kategoriyi kuran synthesis, Kant’ın ifadesi ile “kavramlara göre” (nach Begriffen) oluşturulmuş, kavramsal bir synthesis’tir. Kavramsal synthesis şu demek: düşünme ile ilgili bir synthesis. Buradaki synthesis’in “düşünmeye ilişkin bir synthesis” olması yani kavramsal bir synthesis olması, bu synthesis’i bir başka synthesis’ten diyesim Uzay (Raum) kalıbından hareketle uzayın çokkatlılığını yani Biçimleri (Gestalten) kurduğumuz başka bir saf synthesis’ten ayırmamız gerekliliğine işaret ediyor. Beriki kavramsal bir synthesis değildir. Demek ki Kategoriyi veren kavramsal synthesis çok özel bir synthesis ve bunun tüm öteki synthesis’lerden ayırt edilmesi gerekiyor. Kant bunu şöyle açmakta:

“Transzendental Mantık bize tasarımların değil, tasarımların saf synthesis’ini kavramlara getirmeyi öğretir.”

Kant, KrV, (B 104 | A 78)

Burada “Kavramlara getirmek”in kavram kurmak demeye geldiğini yukarıda da belirtmiştik. Kant bu paragrafta Transzendental Estetik’te ortaya koyduğu savlardan hareketle yeniden Deneyimin (Erfahrung) nasıl kurulduğunu ve dahası Deneyimin olanaklılığının koşulunu (Bedingung der Möglichkeit) anlatıyor:

“O halde bize tüm nesnelerin a priori olarak bilinmesi için verilmesi gereken ilk şey saf Görünün çokkatlılığıdır; bu çokkatlılığın Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) aracılığıyla Synthesis’i ikinci [şeydir], ne ki bu henüz bir Bilgi ortaya koymaz. Bu saf Synthesis’e Birlik (Einheit/Unitas) veren ve yalnızca bu zorunlu synthetik Birlik tasarımı üzerine kurulan Kavramlar, önümüze gelen bir nesnenin Bilgisi için [son konusu olan] üçüncü şeydir ve Anlama Yetisinde kurulurlar.”

Kant, KrV, ibid.

Alıntıdaki Einheit (Birlik) son derece spesifik bir anlamda kullanılmış, diyesim bu Einheit (Birlik) saf çokkatlılığı toplama ve belli bir sınırlılık içerisine getirme işi. Ne ki Einheit (Birlik) Kant metinlerinde en az iki anlama gelmekte. Einheit’ın (Birlik) ve Birliğe getirmenin tam da hangi anlamlara geldiğine “Transzendental Deduktion” kısmında değineceğiz.

Uzay ve Zamanın çokkatlılığını yani bu saf çok katlılığı Kurgulama Yetisi ile synthezlediğimiz zaman ortaya synthetik bir yapı çıkıyor. Ne ki bu synthetik yapının “Kavram” (Begriff) olabilmesi için bunun denken (Düşünmek actus’u) ile yani Cogito ile (“Ich denke” =düşünüyorum) birleştirilmesi gerekiyor. Nitekim kurgulamamız bir kavram olacaksa içerisinde “düşünmek” ediminin de olması gerek.

“Bir yargıda farklı tasarımlara Birlik veren işlem, bir görüdeki farklı tasarımların salt synthesis’ine de Birlik veren şeydir ve genel olarak dile getirildikte Anlama Yetisinin saf kavramı diye adlandırılır.”

Kant, KrV, A 79 | B 105

“Anlama Yetisi, Görüdeki çokkatlılığın synthetik Birliği aracılığıyla tasarımlarına transzendental bir içerik verir, bu transzendental içerikten ötürü bu tasarımlar, nesnelere a priori bağlanan, saf Anlama Yetisi kavramları diye adlandırılırlar.”

Kant, KrV, ibid.

Alıntıda sözü edilen “görünün çokkatlılığın synthesis”i ile ortaya koyulan ve Anlama Yetisinin saf kavramlarını yani Kategorileri kuran bu transzendental içerik, Kategorilerin keşfedilebilmesi için Kant’ın işaret ettiği üçüncü ipucudur. Böylelikle ipuçları tamamlanmış oluyor (1, 2 ve 3) ve Kant bütünübir bir şekilde Kategoriler tablosunu ortaya koyuyor (A 80 | B 106). Ne ki metnin bu son derece “çokkatlı” kısmını açmak ve Kant’ın verdiği ipuçlarından hareketle Kategorilerin nasıl ortaya çıktığını, nasıl kurulduğunu apaçık sermek, metinle didişen okuyucuya kalıyor.

Üç İpucundan Hareketle Kategorilerin Kurulumu

Kategoriler şöyle kuruluyor: Anlama Yetisinin içerisinde ve kökünde Ich denke/Cogito/I think/Düşünüyorum diye ifade edilen yalın bir tasarım var. Bu saf düşünme analitik bir tasarımdır ve bir düşünme actus’una işaret eder. Bu düşünme edimi, Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) ile bir araya geldiği zaman, Görünüşlerin içerisindeki çok katlılığın “üzerinden geçiyor, bunu ele alıyor ve bağlıyor”. Yani uzay ve zaman kalıplarının duyum (Empfindung) ile birleştirilmesinde (Kurgulama Yetisinin bir başka synthesis’i) ortaya çıkan saf çokkatlılığı Kurgulama Yetisi Cogito ile birlikte syntezliyor diyesim bir araya getiriyor. Bu “transzendental saf synthesis” ile birlikte ortaya notio denilen “conceptus purus”lar (saf kavramlar) diyesim Kategoriler çıkıyor. Başkaca ifade edersek: Görünüşlerin içerisinde çokkatlılığın synthetik bir birliğe getirilmesi ve bunun denken actus’u ile birleşimi bana Kategorileri veriyor. Uzayın çokkatlılığının üzerine eklemlenen Zamanın çokkatlılığından hareketle Kategoriler kuruluyor. İmdi Zamanın çokkatlılığı görünüşlerin içerisinde var ve bu çokkatlılık Cogito ile birleştirip saf kavramlar yani Kategoriler kurulduktan sonra, bu kurulan Kategorileri yani kuralları Yargıgücü (Urteilskraft) aracılığıyla Görünüşlerde kullanabiliriz. Yargıgücünün buradaki işi hangi Kategorinin önümüze gelen hangi Görünüşü kalıplamada kullanılacağını çıkartmaktır ve bu iş asla gelişigüzel kotarılan bir iş değildir. Yargıgücü Kategorinin içerisindeki kuralı yakalar ve bu kurala uyan Görünüşü upuygun biçimde Kategorinin altına getirir (Subsumsion). Böylece Görünüşler, Kategoriler aracılığıyla “düşünülür”. Kategoriler Görünüşlere “a priori” bağlanır, nitekim her bir kategori Görünüşlerin içerisinde bulunan ve Kategorinin ondan hareketle kurulduğu biricik saf çokkatlılığı düşünür, ona bağlanır. Yargıgücü kurulmuş kategorinin kuralını yakaladıkta, örneğin Substantia-Accidens kategorisinin kuralını çıkarttıkta (bu kural kalıcı olanın ve geçici olanın yakalanması işidir), Görünüşlerin içerisindeki bu kurala uygun tüm çokkatlılıkları yakalar ve Kategorilerin altına getirir.

Kategorilerin Kurulumu ve Kullanımı

Bu son kısmı ve özellike üçüncü ipucuyu başka bir ders içerisinde daha ayrıntılı biçimde ele almamız gerekebilir. Kant da metnin ilerleyen kısımlarında bu işi yani Kategorilerin Görünüşlere nasıl bağlandığını daha ayrıntılı biçimde ve yeniden ve farklı bakımlardan ele alacak. Ne ki biz Kategorilerin nasıl kurulduğunu ve ne demeye geldiklerini çözemezsek, Kategorilerin Görünüşlere nasıl [a priori] bağlandığını ve Görünüşlerde nasıl geçerli olabildiklerini de çözemeyeceğiz.

Kategori her öteki kavram gibi bir kurala işaret eder. Bu kural saf bir kuraldır, diyesim Kurgulama Yetisinin uzay ve zamanın çokkatlılığından hareketle, bunların üzerinden geçerek, bunları ele alarak ve bağlayarak ortaya koyduğu bir kuraldır. Bu saf çokkatlılık Görünüşlerin içerisinde bulunduğu sürece, Kategoriler bir kez kuruldukta, bu saf çokkatlılığı biz Kategorilerin altına getirebiliriz (Subsumsion). Bu “altına getirme” işi (Subsumtion) üzerine Schematismus (Şematizm) başlıklı kısımda tekrar konuşacağız.

Yukarıda Einheit’ın (Birlik) çokanlamlılığından söz ettiydik. Buna göre Einheit (Birlik) 1. farklı tasarımları iç içe geçirmektir; 2. bir araya getirme ve bunların bir sınırını çizme işidir; 3. Akıl (Vernunft) denilen yeti söz konusu olduğunda ise mutlak anlamda bir Birlik’ten (absolute Einheit) söz etmek gerekir. Bu sonuncunun ne demeye geldiği ilerde açık kılınacak.

Demek ki Denken (saf düşünme) kurgulama yetisi aracılığıyla deneyimi düşünmeye yarayan oniki (12) kural ortaya koyabiliyor. Burada bilgimizin sınırlılığına işaret etmek gerek, sözgelimi şu sorunun yanıtı Kant’a göre verilemez: niçin oniki kural diyesim oniki kategori var da onbeş ya da yirmibeş kategori yok? Bizim düşünmemizin, duyumsama yetimizin kurallılığının ve kurgulama yetimizin sınırlılığı bu şekilde. Yeti=Vermögen, facultas: Bir şeye olanak tanıyan bir yapı. Bir şeye olanak tanıyan bir yapı olarak Yeti (Facultas, Vermögen) şu demeye gelir: çok belli bir şeye olanak tanıyan ve bunu yaparken başka şeylere olanak tanımayan yapı. Yeti her zaman bir sınırlılık imler. Duyumsama Yetisi düşünemez, Düşünme yetileri göremez, duyumsayamaz. Dolayısıyla burada Duyumsama Yetimin sınırlığı, Düşünmemin ya da daha güzel ifade edildikte Görünüşleri düşünmemin sınırlarını da çiziyor. Kategorilerin Görünüşler üzerinde geçerli olmasının nedeni Kategorilerin Görünüşlerin saf kısmı aracılığıyla kurulmuş olmasıdır. Kategoriler bu yolla ve bu tarzda kurulmuş olmasalardı, Görünüşler üzerinde hiçbir biçimde geçerli olamayacaklardı. Ne ki onların Görünüşlerle olan bu sıkı iç bağı, kategorilerin Görünüşler dışında başka hiçbir nesnede kullanamayacağını, Kant’ın ifadesi ile Kategorilerin “transzendental bir kullanımının” olamayacağını da bize göstermekte. Kategorilerin transzendental bir kullanımının olmaması Kategorilerin “şeylerin kendileri”nde (=Dinge an sich) geçerli olmadıkları anlamına gelmektedir ve bu belirleme, Kant’ın, kendisinden önce gelen pek çok düşünüre getirdiği “sınır aşma/ihlal, sofistik çıkarım ortaya koyma” suçlamasının gerekçelendirilmesinin temelidir.

“Şimdi baştan alalım”.