Geçtiğimiz kısımda, temel Kant kavramlarından ve bunların Türkçede nasıl karşılanabileceğinden söz ettik. Bununla birlikte, genel bir çerçeve içerisinde Kant’ın yolunu ve kullandığı yöntemleri göstermeye çalıştık. Kant, kendi ifadesi ile, “yaptığımız işin içerisinde bizi daha sonra herhangi bir kaygıdan ve kuşkudan uzak tutacak bir şey” (KrV, B 9) aramakta. Felsefece soruşturmayı bir bina inşa etmeye benzeten Kant, bu inşa süreci içerisinde “acaba temeli sağlam atmış mıydık?” diye kaygılanmamak için ne yapabileceğimize bakmakta. Nitekim temelin sağlam olup olmadığından emin olduktan sonra inşa işine girişmek gerekiyor. Kant, kendisinden önce gelen düşünürlerin sözgelimi Descartes’ın ya da Leibniz’in aksine, Felsefenin Ortaçağ sonrasında kendisine nesne edindiği kimi konulara ilişkin hemen bilgimizi genişletmek yani synthesis yapmak niyetinde değil. Ona göre, ilkin yapılması gereken, elimizde olan ama muğlak olan kimi yapıların açık kılınması. Bu muğlak olan açık kılındıkta, üzerine basıp belki de bilgimizi genişletebileceğimiz sağlam bir nokta yakalayabiliriz. Kant kendi yapıtında (Kritik der reinen Vernunft) yaptığı işin de “aklı bilgi bakımından genişletmediğini” (B 25-B 26) bize söylemekte. Nitekim bu çalışmada yalnızca “bizim için daha önceden muğlak olan kimi şeyler açık kılınmakta” (ibid.). “Muğlak olanın açık kılınmasını” Kant Grekçe bir sözcükle ifade etmekte. Bu sözcük analysis. Bu kısımda hem analysis‘ten hem synthesis‘ten hem de bu sözcüklerden hareketle kurulan analytik ve synthetik yargılardan bahsetmek istiyorum. Kant ilkin bu yargılardan ve bunlara ilişkin yapmış olduğu ayırımlardan söz etmemekte. Onun öncelikle üzerine konuştuğu şey birer yöntem olarak analysis ve synthesis. Yargılar üzerine konuşma işi bunu sonralıyor ve ikincil. Nitekim yargının yargı olarak kurulması aslında son derece ilineksel. Yargının kurulabilmesi için yapılan en temel iş ya bir bölme işidir ya da bir kavramı, bir notio‘yu, bir ideyi bir öteki kavram, notio ya da ide ile bağlantılı diye yakalamak ve sonrasında bunu bir yargı biçimine getirmektir. Bilginin aktarılması da ancak ve ancak bu yakalananların yargı biçime getirilmesi ile olanaklı olacaktır. Dolayısıyla analytik ya da synthetik yargıların nasıl kurulduğu işi ikincil bir meseledir. Peki birincil olan ne? Birincil olan, birer yöntem olarak analysis ile synthesis‘in ne demeye geldiğinin serilmesidir. Analysis, bilgimizi genişletmeden önce (synthesis yapmadan önce), temelimizin sağlam olup olmadığını bize serecek olan yöntemdir. Ana-lyo: çözmek ama aynı zamanda bir yerden hareketle bir başka yere doğru çekmek, deşmek, yapıyı bozarcasına bölmek demeye geliyor. Burada gelişigüzel bir parçalarına ayırmaktan (örneğin bir kurabiyenin üçe bölünmesi gibi bir bölmeden) söz edilmemektedir. Nitekim beriki tarzda bir bölmede yani bir yapıyı gelişigüzel parçalarına ayırmada, daha bölmezden evvel, parçaların neler olduğunu yakalamak mümkündür. Analysis bu türden bir bölme değildir. Analysis ile bölünen yapılar, bir kez bölündükte, ne iseler o olmaklıklarını yitirirler. Sözgelimi bir kavramı böldüğümüzde, o kavramın içerisinde her an örtük olarak düşünülen birtakım başka kavramları, bu kavramın içerisinden bunu bölerek, deşerek su üzerine çıkartırız. Biz bir kavramı her düşündüğümüzde, kullandığımızda, ifade ettiğimizde ya da onunla düşündüğümüzde, bu kavramın içerisindeki çokkatlılığı (Mannigfaltigkeit) da örtük olarak düşünürüz. Kavramlar, Kant’a göre içerik bakımından hep synthetik‘tir (Bunlar birlikte bir araya koyma, birbirine yedirme, eklemleme ile elde edilen tasarımlardır. Krş.: syn-thitemi) burada bir ya da birden çok kuralın bir synthesis‘i bulunur. (Sözgelimi “cisim” (Körper/body) kavramının içerisinde birden çok kavram vardır.) Bir kavramın içerisinde, bu kavram bir kez “kapatıldıkta” yani zihince kuruldukta, bir çokkatlılık oluşur. En temel düzeyde bir kavram kurmak demek bir kurallılık oluşturmak demeye gelir. Kavramların kuralları vardır. Bu kurallardan hareketle kavramların neliğini de sermek mümkündür. Bizim zihnimiz işte bu türden kurallılıklar ortaya koymaya da yetilidir. Bu kurallılığın apaçık serilmesi yani bir synthetik yapının içerisindeki her tek ögenin yakalanması işi ancak ve ancak analysis ile kotarılır. Kant’ın analysis sözcüğünün karşılığı olarak kullandığı Almanca sözcük “Zergliederung”. Burada herhangi bir bölümlemeden değil, adeta bir deşmeden ve bütünübir yapıyı bozmadan söz edilmektedir. Bir yapı, analysis/Zergliederung tarzında bir bölmeye tabi tutulduğunda, artık yapı o yapı olmaktan çıkar ve altta yatan ögeler su üzerine çıkar.
Kant’ın Kritik der reinen Vernunft (Saf Aklın Eleştirisi) adlı yapıtını yazarken kullandığı yöntem de analysis‘tir. Bu çalışma ile “aklın bilgi bakımından genişlememesinin” (B 25) nedeni de budur. Burada synthesis yapılmamakta, sadece bizim için muğlak (verworren) olan kimi şeyler açık kılınmaktadır. Herhangi bir zihin içeriğine bu bölme işlemini (analysis) uyguladıktan sonra, açığa çıkan şeyleri, neyin içerisinden çekip aldıysak, yine bunun yanına yerleştirebiliriz. Bunu biraz daha açalım: analysis denilen yöntemi hangi ürüne uyguladıysak, bu ürünün içerisinden çıkarttığımız kavramları, böldüğümüz kavramın yanına iliştirebiliriz. Bu serdiğimiz kavramların birbiri ile bağlantılılığını göstermek için aralarına bir copula eklediğimizde ise yargıyı (Urteil) elde etmiş oluruz. Sözgelimi “cisim” (Körper/body) kavramını böldüğümüzde içerisinden aslında “her an bunun içerisinde örtük olarak düşündüğümüz” (B 11) kimi öteki kurallılıkları çıkartabiliriz.

“Cisim” kavramı her zaman bir kurallılığa işaret eder (“cisim” kuralı). Dahası bu kavram empirik bir kavramdır. Peki biz bu kurallığı nasıl kurduk? Yanıt: Anlama Yetisi (Verstand) aracılığıyla. Anlama Yetisi aracılığıyla hem empirik hem de saf kavramlar kurabiliriz. Anlama Yetisinin empirik ve saf bir kısmı var. Ne ki, empirik kısmının kurulabilmesi için saf kısmının yani deneyimden ve duyumsamadan bağımsız kısmının kurulmuş olması zorunlu. Anlama Yetisi kendi çok özel tasarımları (Vorstellungen) olarak kavramları (Begriffe) Görünüşlere (bunların saf ya da empirik kısımlarına) giderek kurmaktadır. İşte “cisim” (Körper/body) kavramı da Anlama Yetisinin Görünüşlere giderek kurduğu kavramlardan biridir. “Cisim” kavramını ya da “cisim” kuralını böldüğümüzde (burada böldüğümüz “cisim” bir Görünüş olan cisim değildir ve bu bölme ontik bir bölme değildir, burada kavramsal bir bölmeye işaret etmekteyiz) bunun içerisindeki çokkatlılığının ayırdına varabiliriz. “Cisim” genel bir kavram da (conceptus communis) değildir. Conceptus communis‘e örnek: “kırmızı” kavramı. “Cisim” empirik bir kavramdır ve bunu böldüğümüzde, her an bu kavramın içerisinde düşünmekte olduğumuz kimi öteki kavramları açığa çıkarırız. Bu kavramlardan hareketle “cisim kuralı”nı sermek de mümkündür. Bir kavramın kuralı bir kez kuruldukta, bu kural ile Görünüşler alanına gittiğimizde, bu kuralın altına düşebilecek yani bu kurala uyabilecek Görüleri bu kuralın ya da kavramın altına -Yargıgücü (Urteilskraft) aracılığıyla- getirebiliyoruz. Yani sözgelimi nerede bir cisim görürsek onu tanıyabiliyoruz, benzer tek tek görüleri “cisim” kavramının altında diye düşünebiliyoruz. İşte notio düzeyinde kavramlar bu işe yarar ve Anlama Yetisi bu türden, kural bildiren kavramları kurar. Notio, içerisinde nelik değil, kural barından bir kavramdır. İnsan olabilen varolanların zihni notio düzeyinde kavramları kuramasaydı, genele ilişkin bir şey ortaya koymak hiçbir biçimde mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla bilgi ortaya koymak mümkün olamayacaktı, nitekim bilgi hep genele ilişkindir. Eğer biz kimi şeyleri üst üste getiremeseydik, kural ortaya koyamasaydık, kavram denilen cognitio‘yu yani zihin ürününü kuramasaydık; bu kavramları bir araya ya da yan yana yerleştirip (syn-thitemi → synthesis) daha karmaşık kavramlar ve önermeler ortaya koyamayacaktık. İçerisinde çokkatlılık ve kural barındıran empirik tasarımları yani empirik kavramları birbirleri ile bağlantı olarak düşünme işi, deneyimin kurulmasına işaret eder. Deneyimin kurulmasından ileride ayrıntıda söz edeceğiz. “Cisim” kavramının çokkatlılığına geri dönelim. Bu kavramın içerisinde düşündüğümüz öteki kavramlar (Bkz. B 35 | A 21) sözgelimi extensio (yer kaplama), biçim (Gestalt), geçirmezlik (Undurchdringlichkeit), katılıktır (Härte). Cisim kavramının altında düşünülen bu kavramlar, “cisim” olduklarını iddia ettiğimiz tüm görüler için söylenir. “Cisim” kavramını böldüğümüzde, onun tamamı değil de bir kısmı olarak “yer kaplama” (extensio) kavramını bunun içerisinden çekip çıkarabiliriz. Cisim=yer kaplama değildir. Cisim, yer kaplamadan çok daha fazlasıdır. (Nitekim cisim kavramı bölündüğünde içerisinden sadece “yer kaplama” çıkmaz.) Yer kaplama kavramını, cisim kavramının içerisinden, cisim kavramını bölerek çıkarttık; daha sonra onu (yer kaplama kavramını) cisim kavramının yanına yerleştirdik. “Cisim” ile “yer kaplama” yan yana serildikte, bunların bağlantılığını nasıl dile dökebiliriz? “Yer kaplama”, “cisim” kavramının içerisinden analysis işlemi ile çekip alınmıştır ve “cisim” kavramının içerisinde “yer kaplama” dışında kimi öteki kavramlar da vardır. O halde “cisim ⊃ yer kaplama” diye ifade edebiliriz. Bunu bir önerme olarak dile getirirsek: “cisim” denilen şey yer kaplayan bir şeydir, “yer kaplama”, cisim için söylenir. Eğer “yer kaplama” her an ” cisim” kavramının içerisinde düşünülüyorsa, yani “cisim” kuralına dahil ise, ben son derece sıkı bir genellik içerisinde şu yargıyı kurabilirim: “Bütün cisimler yer kaplar”. Nitekim cisim kavramı içerisinde “yer kaplama” her seferinde bulunur. Analysis işlemini kotardıktan sonra, bölerek çıkarttığımız bir kavramı böldüğümüz kavramın yanına koymak adeta ilineksel bir iştir. Kavramı bölerek, deşerek yargı kurulduğu için bu yargılara analytik denir. O halde, analytik yargılar, bir kavramı bölerek, bu kavramın içerisindeki alt-kavramlardan bir tanesini, onun içerisinden çıkartıp, onun yanına yerleştirdiğimde kurulur. Kant, bölerek kurduğum yargılarda, yani analytik yargılarda özne ile yüklem arasındaki ilişkinin bir Identität ilişkisi olduğunu öne sürmekte (Bkz. KrV, B 10). Kant’ın burada Identität ile neyi kastettiğini açmak ve bunu Kant’ın analytik yargılara verdiği örnekler üzerinden kotarmak gerek. Bir analytik yargı söz konusu olduğunda, özne (Subjekt) ile yüklem (Prädikat) arasındaki ilişki bir Identität ilişkisidir demek “özne=yüklem” demeye gelmez. Örneğin cisim=yer kaplama değildir. Cisim, yer kaplamadan çok daha fazlasıdır. Cisim kavramının içerisinde yer kaplama dışında kimi başka kavramlar da vardır. Sözgelimi “tüm cisimler geçirmezdir (undurchdringlich)”. “Geçirmezlik” (Undurchdringlichkeit[1]), “cisim” kavramının içerisinde her an düşünülen bir kavramdır.
Analitik önermelerde Identity/Identität, öznenin korunan Identity/Identität‘idir ve önermede ifade edilen şey öznenin içeriğinden daha fazlası değildir. Analitik önermeler totolojik önermeler değildir.
O halde, cisim yalnızca yer kaplama (extensio) değildir, bunu belirttik ve cismin yer kaplamadan daha fazla bir şeye işaret ettiğini söyledik. Dolayısıyla “özne ile yüklem arasındaki ilişki bir Identität ilişkisidir” derken Kant burada Identität ile şöyle bir şeyi kast ediyor olsa gerek: öznenin kendisinin korunan ve bir önerme içerisinde aşılmayan Identität‘i. Bu türden önermelerin kurulumunda, öznenin (a) yanına yüklemi (b) yerleştirdiğimizde, bu iliştirme ile özneye (a) bir şey eklemiş ve onun sınırını genişletmiş olmuyoruz. Burada özne (a) ve onun sınırları korunmaktadır (a=a). Analitik önermeler, “a=a ve a ⊃ b” şeklinde ifade edilmelidir. Burada a=b ya da özne=yüklem türüden bir bağlantı hiçbir biçimde yoktur. Analitik önermelerde Identity/Identität, öznenin korunan Identity/Identität‘idir ve önermede ifade edilen şey öznenin içeriğinden daha fazlası değildir. Analitik önermeler totolojik önermeler değildir. Analitik önermelerde, Kant’ın da belirttiği gibi, yüklem (b) öznenin (b) içerisinde olmalıdır, ne ki yüklem (b) hep öznenin işaret ettiğinden daha azına işaret etmelidir. “Tüm cisimler yer kaplar” dediğimizde “yer kaplama” ile, “cisim”den daha az bir şeye işaret etmiş oluyoruz, çünkü cisim=yer kaplama+geçirmezlik+biçim+büyüklük+dokunma duyumsamasının içeriği (empirik kısım) olarak düşünülür. (Herhangi bir cisim söz konusu olduğunda “yayılan”, dokunma duyumsamasının ve görme duyumsamasının içeriğidir. Bir cismin sıcak mı yoksa soğuk mu olacağı, sert mi yoksa yumuşak mı olacağı; yeşil mi yoksa pembe mi olacağı önceden yani a priori bilinebilecek bir şey değildir, ne ki bir renge iye olacağı ve dokunma duyumsamasının içeriği olan karşıt çiftlerinden birine ya da diğerine iye olacağı zorunludur.) Dolayısıyla karşımıza bu türden bir Görünüş (Erscheinung) çıktığında, bu Görünüşü de -eğer daha önceden “cisim” kavramını kurduysak- bu kavramın altına getirebiliriz. Yani karşımda belli bir renge iye olan, belli bir biçimi, büyüklüğü, belli bir sınırlılığı olan, başını sonunu yakalayabildiğim (Apprehensio) bir nesneyi, bu kavram altında düşünebilirim. Bir cismin yayılması, yayılımlı olması yani zihnimde bir şeyi yayılımlı olarak tasarlamak şu demeye gelir: zihinden ayrı varolan şeylerden (Dinge) hareketle kurulan Affektion‘un uzay kalıbının altına getirilmesi. Bu Affektion, uzay kalbının olanaklarına göre kalıplanmaktadır ve uzay kalıbının kalıplama gücünü aşarsa, kalıplanamaz. Bir Affektion kalıplandıkta, uzay kalıbının upuygun kullanımı söz konusu olmuş demektir: uzay kalıbı bir Affektion‘u (etkilenim) kalıplayabilmişse, biçimi, büyüklüğü, sınırlılığı, yayılımı kurmuş oluruz. Bu sayılanlar (biçim, büyüklük, yer kaplama vd.) cisim kavramının içerisinde düşünülen şeylerdir. “Cisim” denildiğinde, bu kavramın içerisinde örtük olarak hep bu çokkatlılık düşünülür. Hemen herkesin Anlama Yetisi (gemeiner Verstand) bunu kotarabilir: notio düzeyinde kavram kurabilir. Ne ki pek çoğumuz yaşamı, bu notio düzeyinde kavramları (hem de sıklıkla empirik olan bu kavramları) kurarak sürdürmekteyiz. Sadece felsefeciler bu notio düzeyindeki kavramların üzerine giderler ve bunlara bakıp, Vernunft denilen yeti ile, bunlara ilişkin analysis yaparlar. Felsefeciler, bu notio‘ların içerisinde ne var diye baktıktan sonra tekrar bilgilerini genişletmeye de çalışırlar. Ne ki pek çoğumuzda bu kavramlar bir kez kurulmuş ve kapatılmıştır; dahası gündelikliğin içerisinde kullanılmaktadırlar.
Buraya kadarki kısımda “tüm cisimler yer kaplar” önermesinden ayrıntıda söz ettik. Bu önermenin analytik olmaklığı üzerine konuştuk ve nasıl kurulduğunu serdik. Bu önermeyi kurarken, bölmekten, deşmekten başka bir şey yapmadığımız için, duyumsamaya ve deneyime tekrar gitmediğimiz için (“cisim” kavramını kurarken duyumsamaya ve deneyime elbette gitmekteyiz) önermeyi kurarken yaptığımız iş a priori‘dir. Analysis işlemi zaten halihazırda a priori iş gördüğümüzü imler. Analytik olanın a priori olarak ayrıca nitelenmesine gerek yoktur. “Analytik a priori” totolojik bir kurmadır. Burada yapılan işin ve yöntemin açık kılınması ile, a priori ifadesini analytik sıfatına eklemenin, bütünüyle anlamsız olduğu açığa çıkmakta.
Analitik önermelerde yüklem her seferinde özneden daha az bir şeye işaret eder dediydik. O halde “cisim” kavramının içerisinde “yer kaplama” dışında başka neyi ya da neleri düşünüyoruz bunu da tekrar önerme biçiminde serelim. Sözgelimi: “Tüm cisimler bir biçime iyedir.” Empirik olan “cisim” kavramı bölündükte içerisinden “biçim” (Gestalt) kavramı da çıkartılır. Karşımızda bu türden bir Görünüş (biçime iye olan ve “cisim” kavramının içerisinde düşünülen öteki kavramlara göre olan) çıktığında buna da “cisim” deriz.
Biz herhangi bir Görünün cisim olup olmadığını yakalamağa çalışırken bunu aslında son derece hızlı bir tarzda, Kant’ın ifadesi ile “bir göz açıp kapamada” kotarırız. Bu işlem burada analysis ile ayrıntıda anlatılmaktadır. “Cisim” notio‘su bir kez kuruldukta, Görünüşler alanına gittiğimizde ve herhangi bir görünün cisim olup olmadığını yakalamağa çalışırken, biz şöyle bir şey yapmağa ihtiyaç duymayız: bir ağırlığa iye olup olmadığına bakmak. Yeni bir duyumsama içeriği olarak bir Görünüşün cisim olup olmadığını yakalayabilmek için onun bir ağırlığa iye olup olmadığına bakmaya gerek yoksa, bu şu demeye gelmekte: “cisim” kavramının içerisinde “ağırlık” denilen “conceptus communis” yoktur. Niçin böyle? Niçin “ağırlık” kavramı “cisim” kavramı içerisinde bulunmuyor? “Cisim” notiosunun, yani “cisim” kuralının içerisinde “ağırlık” notiosu yani “ağırlık” kuralı bulunmamakta. Böyle ise, şunu da sormak gerekmekte: “ağırlık” kavramını “cisim” kavramı ile -biri diğerinin içerisinde bulunmuyor olsa bile- bağlantılı diye düşünebilir miyiz? Bu soru zihnin kendisine sorduğu sorulardan biri. Nitekim zihin, Anlama Yetisi (Verstand) denilen bu çok özel olanaklılığı (facultas) sayesinde, notio kurmağa, empirik kavramlar ya da kurallılıklar kurmağa devam etmekte. Anlama Yetisi, bir kuralı kurup, bir kavramı kapattıktan sonra bir başka kural daha kurup bir başka kavramı daha ortaya koymakta. Dahası bu yeti, bu farklı kurallılıklara ya da kavramlara da tepeden bakıp, bunların birlikte düşünülüp düşünülemeyeceğini de soruyor. Bir kavram diğerinin içerisinde bulunmasa bile yine de onunla bağlantılı diye düşünülebilir mi? Kant burada “cisim” ve “ağırlık” kavramlarını, biri diğerinin içerisinde bulunmamasına rağmen bağlantılı diye düşündüğümüz kavramlardan diye ifade etmekte. Nitekim biz şu yargıyı ortaya koymaktayız: “Cisimler ağırdır.” Ne ki, “cisimler ağırdır” derken bu yargıyı ortaya koyarken yaptığımız işle, “bütün cisimler yer kaplar”, “bütün cisimler geçirmezdir” ya da “bütün cisimler biçimlidir” derken yaptığımız iş aynı iş değildir. Ötekinde yapılan iş sadece “cisim” kavramını bölmek ve bunun içerisinde “her an örtük olarak düşünülen” “yer kaplama”yı onun içerisinden almak ve “cisim” kavramının yanına yerleştirmektir.
Belli görülerden hareketle “cisim” kavramını kurduktan sonra, kurulan bu kavramı yine olanaklı benzer görüleri yakalamada kullanabiliriz. Notio düzeyinde kavramların tamamı, kavramın kuralı altında düşünülebilecek upuygun görüleri yakalayabilmek için kurulur. Sözgelimi “cisim” kavramı aracılığıyla bu kavramın altında düşünülebilecek tüm olanaklı görüler tanınır, bilinir (Aristoteles’in gnosis‘i). Ne ki tüm notio‘lar zihin tarafından son derece “hesaplı” ya da “tutumlu” biçimde kurulur. Bunlarda bulunan kurallar, bir nesneyi tanıyabilecek düzeye ulaştığında tam hale gelir. “Cisim” kavramının kuralı şunları içerir: “biçimlilik”, “büyüklük”, “uzamlılık”, “geçirmezlik” ve empirik içerik (dokunma ve görme duyumsamalarının içeriği) ve biz her nerede biçimli, bir büyüklüğe iye, yayılan, geçirmezliğe iye olan; dahası dokunma duyumsamasının ve görme duyumsamasının içeriğine iye olan bir görü yakalarsak, ona “cisim/Körper/body” deriz.
Ne ki biz Görünüşler (Erscheinungen) alanına bir kez daha gittiğimizde, bu Görüden hareketle çıkartabileceğimiz kimi başka özellikler olduğunu da yakalarız. “Cisim” kavramının altına getirdiğim bir nesneyi duyumsamaya devam ettiğimde, dokunma duyumsamasından hareketle, bu nesnenin ağır olduğunu yakalarım. Bir başka cisime baktığımda, onun da benzer bir özelliğe iye olduğunu yani ağır olduğunu yakalayabilirim. Henüz “ağırlık” kavramını kurmamış ve karşılaştığım bu birbirine benzer “çokkatlılıkların” adını koymamışımdır. Bu türden bir soruşturmayı benzer Görüler (Anschauungen) üzerinden sürdürebiliriz: “cisim” kavramı altında düşünülebilecek nesneleri yakalayıp bunları duyumsamaya devam ettiğimizde bunların ağırlığa iye olduğunu da yakalarız. Burada ilkin her bir cisimde birbirine benzer diye yakaladığım bu özelliği bir kavram olarak kurmam yani synthesis yapmam gerekir. Bir ve aynı sesleme ile de bu kavramı dile dökebilirim (hermeneuein): ağırlık, Schwere, weight. Burada, farklı olanlarda ortak olanı ifade eden bir kavramın kurulması söz konusudur ve bu bir conceptus communis‘tir (genel kavram). İşte “ağırlık” kavramı bu şekilde, “cisim” kavramının altına düşen Görülerden hareketle kurulur. O halde şu sorulabilir: acaba bu “cisim” kavramının altına düşebilecek olan tüm Görülerde “ağırlık” söz konusu olabilir mi? “Cisim” kavramı öyle bir tasarımdır ki, onun aracılığıyla tüm olanaklı cisim görülerini yakalayabilirim. “Ağırlık” kavramı da kendisi aracılığıyla olanaklı tüm ağırlık görünüşlerini yakalayabileceğim tasarımdır. Soruyu başkaca ifade etmek de mümkün: “Cisim” kavramının altına düşen tüm nesneler acaba “ağırlık” kavramının altına da düşer mi? Acaba genel olarak cisimler için bunların ağır olduğunu söyleyebilir miyim? “Cisim” kavramı için, “ağırlık” kavramının her zaman bununla birlikte gittiği söylenebilir mi? “Tüm cisimler ağırdır” denilebilir mi? “Cisim” notio‘su ile “ağırlık” notio‘su birlikte gider mi?
“Tüm cisimler ağırdır” yargısını kurabilmek için, “cisim” kavramının altına düşen şeylerle, “ağırlık” kavramı altına düşen şeylerin birbiri peşi sıra gidip gitmediğine bakmam gerekir. Bunun için de deneyimi sürekli genişletiyor olmam gerekir. Anlama Yetisinin (Verstand) burada bir tür açmazda olduğunu söylemek gerekiyor. Nitekim tek bir kavramın ve bunun kuralının kurulması, Anlama Yetisinin tamamlayabileceği, sona erdirebileceği bir işlem (Functio) iken; kurduğu bir kavramın yanına (sözgelimi “cisim”), kurduğu başka bir kavramı (sözgelimi “ağırlık”) getirmesi işi yani iki empirik notio‘nun biraradalığı, kendisine zorunluluk yüklenecek bir şey olacak görünmemekte. Nitekim soru şu: “cisim” kavramının altına düşecek olanaklı görülerin tamamı, “ağırlık” kavramının altına da düşer mi? Bu soruya yanıt verebilmek için olanaklı tüm durumları incelemek, taramak gerekmektedir. Bu da insan olabilen varolanların olanaklarını çok çok aşar. Daha sonraları Felsefe Tarihinde David Hume’dan da hareketle, “Tümevarım Sorunu” (Problem of Induction) diye ifade edilen problemin arkasında işte bu yatmaktadır. Burada Kant’ın ifadesi ile “keyfi bir yükseliş” (B 4) ile, etkinlik halindeki ve olanaklı tüm durumların taranması olanaksız olmasına rağmen, “tüm cisimler ağırdır” önermesi kurulmaktadır. Ne ki burada “cisim” kavramının ya da kuralının içerisinde “ağırlık” kavramı ya da kuralı yoktur. Bunu şuradan da çıkartmak mümkün: herhangi bir şeyin cisim olup olmadığını yakalamak için, onun ağırlığa iye olup olmadığına bakmaya gerek yoktur. Demek ki “cisim” kuralının içerisinde “ağırlık” kuralı yok. Kural; tanımaya, yakalamaya, ayırdına varmaya yarar (Grekçesi: gnorizein). Notio düzeyinde kavramlar, bir nesne ile tanışıklık imler (Bu konuda Heidegger’in görüşü için krş. “Aristoteles Felsefesinin Temel Kavramları” Dersi, GA, Band 18); bu türden kavramlar Görünüşleri tanımaya, yakalamaya yarar.
O halde deneyimin kurulmasında yapılan iş şöyle açıklanabilir: bir notio‘yu diğer notio‘nun yanına getirmek ve bunları birbirleri ile bağlantılı diye düşünmek. Sözgelimi “cisim” ile “ağırlık”. Bir empirik kavramı bir diğer empirik kavramın yanına yerleştirmek ve bunları bağlantılı diye düşünmek işi bir synthesis‘tir. Syn–thitemi: birlikte yerleştirmek, koymak. Hangi hakla bu iki kavramı yan yana koyduk? Yanıt: Deneyimden hareketle. Bu kavramların altında yakalanan görünüşler, bugüne kadar hep birlikte göründüler (erscheinen). Bu synthesis önerme biçiminde de ifade edilebilir: “bütün cisimler ağırdır”. Ne ki bütün cisimlere bakmak, insan olabilen varolanların olanaklarını çok çok aşacak bir şeydir. O halde “bugüne kadar böyle oldu, şu anda bu şekilde olup bitmekte ve bunda hiçbir aksama gözlemlenmemiştir” diyebiliyorsak, yani deneyime gidip (a posteriori) sonra yeniden üretebiliyorsak (empirik Reproduktion), “cisimler ağırdır” önermesini, bu önerme bir zorunluluk içermese bile, kurabiliriz. “Cisim” kavramı kapalı, tam bir kurallılıktır, ne ki “cisimler ağırdır” önermesi, “cisim” kavramının kurallılığını aşar ve yeni bir kurallılığı, “cisim” diye ifade edilen kurallılığın yanına ekler. Dolayısıyla “cisim” kavramının yanına başka bir notio ya da kurallılık getirdiğimiz için, biz “bilgimizi genişletmekteyizdir” ve bu yapılan işin adı da synthesis‘tir; önerme ise synthetiktir. Bu synthesis yapılırken deneyime gidildiğinden, önermenin a posteriori kurulduğunu söylemek gerekir. Önermenin ögeleri (kavramlar) da empiriktir.
Buraya kadarki kısımda analytik yargılarla synthetik a posteriori yargılar arasındaki farkı ve bunların nasıl kurulduğunu sermiş olduk. Bunların dışında Kant’ın olanaklılığını soruşturduğu başka türden yargılara da bakalım. Bu soruşturma şu şekilde ifade edilebilir: acaba deneyimden ve duyumsamadan bağımsız bir tarzda bir şey söylemek mümkün mü? Acaba ögelerine varasıya deneyimden ve duyumsamadan bağımsız bir yargı kurmak mümkün mü? Burada yalnızca yüklemin özneye a priori bağlanmasından söz edilmemekte. Nitekim kavramlar birbirine a priori olarak bağlanabilir, diyesim yargı a priori kurulabilir ama bu onun saf (rein) olduğuna zorunlulukla işaret etmez. Örnek: “bütün cisimler yer kaplar”. O halde empirik bir kavramdan hareketle de a priori bir iş yapmak ve bu türden yargılar ortaya koymak mümkün. Kant’ın “Aklın temel ödevi” (B 19) diye araştırdığı şey duyumsamadan, deneyimden bağımsız ortaya koyulan ve ögelerine varasıya saf (rein) (“Saf” dediğimizde bir önermenin ögelerinden; a priori ya a posteriori dediğimizde ise yüklemin özneye nasıl bağlandığından söz etmekteyiz. Önerme “saf” ise, ögelerine varasıya, deneyimden ve duyumsamadan bağımsızdır.) yargıların olup olmadığı ve bilgimizin bu tarzda genişletilip genişletilemeyeceğidir. Yani biz 1. a priori –yüklemin özneye bağlanması bakımından bir sağlamlık; 2. rein/saf –ögelerin duyumsamadan ve deneyimden bağımsız olması bakımından bir sağlamlık; 3. bunlarla birlikte giden bir genişletme (Synthesis) ortaya koyabilir miyiz? Bu soru Kant tarafından Saf Aklın Eleştirisi içerisinde şöyle ifade edilmekte: “synthetik a priori önermeler nasıl olanaklıdır?” (ibid.) Kimi öteki bilgi alanları -ögelerine varasıya saf olmasa bile- synthetik a priori önermeler kurmaktalar. Felsefe Tarihi içerisinde de bilgimizi a priori (ne ki saf olmayan bir tarzda) genişletme girişimlerine pek çok örnek vardır. Sözgelimi Leibniz’in Monadoloji adlı yapıtında yaptığı iş buna örnektir. Leibniz monadlardan bahsederken artık Görünüşler alanını terk etmiştir, salt akıl yürütme ile iş görmektedir ve bilgiyi genişletmektedir. Ne ki yaptığı iş, Kant’a göre sağlam bir iş değildir çünkü o daha önceden “Aklın bu türden büyük girişimlere uygun olup olmadığını sınamamıştır” (B 7). Eğer biz aklın, bu temel kavramlara ilişkin bir şey yakalayabileceğini ortaya koyabilirsek ve üzerine basabileceğimiz sağlam bir nokta yakalayabilirsek, o zaman synthetik a priori ve saf (rein) önermeler ortaya koyabiliriz. Bu da şu demeye gelir: bilgimizi genişletmekteyizdir (synthesis); bunu deneyime ya da duyumsamaya gitmeden yapmaktayızdır (a priori); deneyimden ve duyumsamadan tamamen bağımsız kavramların üzerine basarak bilgimizi genişletmekteyizdir (saf/rein). Peki bilgiyi bu tarzda genişletmek olanaklı mı? Bu Kant’ın sorduğu bir soru. Bu türden önermeler aslında Kant’ın “genel” ya da “ortak Anlama Yetisi” dediği gemeiner Verstand içerisinde yani gündelik Anlama Yetisinin içerisinde, her tek kişinin Anlama Yetisinin içerisinde bile var. Bu türden önermeler zihnin arka planında varolan ve deneyimin kurulması için zorunlu diye düşünülen önermelerdir. Zihin bunları deneyimi kurabilmek için oluşturmakta. Ne ki synthetik a priori ve saf önermeler sadece zihnin bu en temel işleyişinde karşımıza çıkmamakta. Nitekim kimi öteki sapasağlam bilgi alanları (Wissenschaften) da synthetik a priori ve saf önermeler ile iş görmekte. Sözgelimi matematikte karşımıza çıkan önermeler bir synthesis içerir, a priori kurulur ve ögelerine varasıya duyumsamadan ve deneyimden bağımsızdır (saf/rein). Kant, matematiğin bu iş görme biçimiyle tüm öteki bilgi alanları için “parıldayan bir örnek sunduğunu” (B 8) söylüyor. Peki matematiğin önermelerinin synthetik a priori ve saf (rein) olması tam da ne demeye gelmekte? Yanıt: Matematik bizim onun aracılığıyla bilgimizi genişlettiğimiz bir alandır; onun önermeleri bir synthesis ortaya koyar. Matematik bu synthesis‘i yaparken, deneyime ya da duyumsamaya gitmez yani bu işi a priori kotarır. Dahası matematiğin onun üzerine konuştuğu “kavramlar” da deneyimden ve duyumsamadan bağımsızdır. Peki nasıl oluyor da matematiğin bu temel ögeleri saf bir tarzda ortaya koyulabiliyor? Kant burada saf matematiğin bir önermesi olarak “7+5=12″den söz etmekte. Burada 12’nin bir synthesis işlemi sonucunda ortaya çıkan bir ürün olduğunu yakalamak görece kolay. Nitekim Kant’ın da ifade ettiği gibi, “7+5″i analysis‘e tabi tutarak “12”yi elde edemeyiz. Ne ki, bu önerme saf (rein) ise, “sayı”nın da deneyimden ve duyumsamadan bağımsız kuruluyor olması gerekir. Kant, bu önermenin kurulabilmesi için “görüyü yardıma çağırmak gerektiğini” (B 15) de söylemekte. Bu görüye verdiği örneklerden biri “ellerinin parmakları”. Önermenin saf (rein) olduğunu yani ögelerine varasıya deneyimden ve duyumsamadan bağımsız olduğunu; a priori olduğunu yani kurulmasında deneyimin ve duyumsamanın yeri olmadığını belirttiydik. Peki o halde, “görüyü yardıma çağırmak” ne demeye geliyor? Üstelik yardıma çağırdığı görü yalınkat saf da değil, empirik. Ne ki “görüyü yardıma çağırmadan” 7+5=12’yi kurmam olanaklı değil. Peki el olarak görüyü yardıma çağırdığımızda, matematiğin önermeleri saflıklarından bir şey yitirmiş olmuyor mu? Olmuyor. Ya da geometrici soruşturduğu nesneleri bir kağıda çizerken geometrinin sağlamlığını zedelemiyor mu? Zedelemiyor. Sözgelimi iki nokta arasındaki en kısa mesafenin düz bir çizgi olduğunu yakalayabilmek için geometricinin kağıda ya da tahtaya bu nesneleri çizmesi ve görmesi (anschauen) gerek. Matematiğin bu alt alanlarında çalışan kişilerin görüye gittiklerinde yaptıkları iş empirik bir değildir. Niçin? Çünkü Görünüşlerin (Erscheinungen) içerisinde saf bir kısım vardır. Geometricinin kullandığı kağıtta, şekillerini çizdiği tahtada acaba geometrinin nesnelerinin “kendilerini” mi görmekteyiz? (Burada Platon’un Politeia‘nın 6. Kitabının sonunda, geometricilere getirdiği eleştiriyi zihne çağırmakta fayda var: Tahtaya çizdiğiniz çember ile çemberin kendisi acaba aynı şey mi? Yoksa tahtaya ya da kağıda çizilen çember, çemberin kendisi değil de yalnızca bunun bir benzeri mi?) Bunların nesnelerini tahtaya ya da kağıda çizmeleri, yaptıkları işin sağlamlığını zedeliyor değildir; aksine bunlar geometri yapabilmek için nesnelerini bu tarzda çizmek zorundadır. Geometrici hesaplamasını yapabilmek için bir kağıda nesnelerini çizer; aritmetikçi bir çocuğa sayı saymayı öğretebilmek yani suksessiv bir ekleme yapmayı öğretmek için elinin parmaklarından ya da örneğin lego parçalarından faydalanır. Bu sözü edilen işler a priori kotarılmaktadır çünkü Görünüşlerin içinde zaten saf bir kısım diyesim bir saf çokkatlılık (reine Mannigfaltige) vardır. Herhangi bir şeyin içerisine empirik bir şey karıştığında, bütünübir ürünün empirik olduğunu söyleriz. Ne ki Görünüşler empirik bir ürün olsa da, bunların içerisinde saf bir kısım da vardır. Geometrici de bu Görünüşlerin saf kısmı ile iş görür. Burada empirik kısım da ilineksel olarak kullanılmaktadır ne ki bu, yapılan işin sağlamlığını zedelemez. Sözgelimi geometrici, çizgiyi belli bir rengi kullanarak çizmek durumundadır. Ne ki çizgi biçimi, saf bir kalıp olan uzaydan ötürü ortaya çıkar. Hem uzay kalıbının hem de zaman kalıbının saf çokkatlılığı Görünüşlerin içerisindedir ve bunların saf kısmını oluşturur. Görünüşler zaman kalıbı ile kalıplanmış olmasaydı, aritmetikçi işini a priori kotaramazdı; uzay kalıbı ile kalıplanmış olmasaydı geometrici yaptığı işi a priori kotaramazdı. Geometrici ilineksel olarak duyumu da işe katmasına rağmen a priori bir iş görmektedir.
Felsefe Tarihi içerisinde filozofların birbirlerine doğrudan ya da dolaylı bir tarzda yanıt vermeleri sıklıkla söz konusudur. Ne ki burada Kant’ın kendisinin açıklıkla belirtmeden ve yüksek olasılıkla ayırdına da varmadan Platon’a verdiği bir yanıtı görmekteyiz. Kant, Platon’un, Felsefe dışındaki bilgi alanlarının iş görme tarzlarına getirdiği eleştiriye yanıt vermekte. Kant’ın Platon’a verdiği tek yanıt da bu değil. Yine Platon’un “kavram” ile ilgili sorularına Kant Felsefe Tarihinde eşine rastlanmayan yanıtlar vermekte. Bunlardan ileride söz edeceğiz.
Demek ki, matematiğin önermeleri synthetik a priori ve saf (rein). Bu şu demeye gelmekte: matematik yeni bir bilgi ortaya koymakta, bunu deneyime ve duyumsamaya gitmeden yapmakta dahası ögelerine varasıya duyumsamadan bağımsız. Nitekim “sayı” kavramını biz kendi zihnimizden hareketle ortaya koymaktayız. Geometrinin tüm ürünlerinin; üçgenin, çemberin vd. kaynağı da zihin. Görünüşlerin içerisinde yer alan ve buradan abstractio (sıyırarak alma) ile tekrar nesne haline getirilen biçimler, Görünüşler içerisine zihin tarafından yerleştirilmiştir. Biçim (figura) benim zihnimin bir ürünüdür ve uzay kalıbının belli bir synthezlenmesi sonucunda (kurgulama yetisinin saf produktiv synthesis’i) ortaya çıkar. Biçimler, Görüşlerin (Erscheinungen) saf kısmıdır. İşte geometrici de bununla iş görmektedir. Bu alanların sağlamlığı da nesnelerini Görünüşlerin saf kısmından hareketle kurmalarından ve işlemlerini de yine bu saf kısımdan hareketle kotarmalarından gelir. Ne ki ne geometrici ne de aritmetikçi nesnelerinin nasıl kurulduğunu ya da önermelerinin sağlamlığının ya da kesinliğinin nereden geldiğini bilir. Felsefe Tarihine, bakıldıkta, matematiğin en yüksek kesinlik barından bilgi alanı olduğuna ilişkin kanının Antikçağdan beri ifade edildiğini görmekteyiz. Ne ki bunun niçininin ancak Kant’a gelindiğinde apaçık serildiğini söylemek mümkün.
Peki bu türden bir olanaklılık Felsefe için de söz konusu mu? Felsefe de en temel soruları bakımından bilgisini -ögelerine varasıya- a priori genişletebilir mi (synthesis)? Nitekim synthetik a priori önermeleri Leibniz ya da kimi öteki düşünürler de yaptıkları iş ile ortaya koymaktalar yani bunlar bilgilerini a priori genişletmekteler. Peki bu düşünürlerinin ortaya koydukları bilgilerin sağlam olup olmadığını nasıl yakalayacağız? Kant bu düşünürlerin ortaya koydukları syntheseis‘in sıklıkla, bunların Vernunft‘larının (Akıl) yanlış bir çıkarımı olduğuna işaret etmekte. Dolayısıyla burada bilgiyi genişletme de ona göre bir Schein (Yanılgı/Illusion). Dolayısıyla öteki düşünürlerin düştüğü bu yanılgıya düşmemek ve “temeli sağlam kurmadan” zihni genişletmemek için, analysis yöntemi ile Kritik (eleme, ayıklama) yapmak gerekiyor. Ne ki synthetik a priori önermelerinin bir kısmının “genel Anlama Yetisi”nin içerisinde olduğunu yukarıda belirttiydik. “Olup biten her şeyin bir nedeni vardır” önermesi bu türden bir önermedir. (Burada “olup biten her şey” (“Alles was geschieht..”) derken, Kant’ın Hume’un “matters of fact” alanına bir gönderide bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu şu demeye gelmekte: “Matters of fact” alanında “causa”lar ve “effectus”lar vardır ve bunlar bizim bu alana bir biçimde alışkanlıkla ve “psikolojik” olarak yüklediğimiz şeyler değildir. Nedenler ve etkiler -kimileyin daha az kimileyin daha sık bir tarzda- birlikte birarada bulunan ve daha sık birlikte birarada bulunduklarında, tekrar birlikte görüneceklerini düşündüğümüz şeyler değildir.) Olup biten her şey, aksamaz biçimde, bir causa‘ya iyedir. Hiçbir görünüş bundan kaçamaz. Zaman kalıbının altında olan bir görünüşün bir öncesi; bir causa‘sı ve bir sonrası; effectus‘u vardır. Hiçbir görünüş bu kalıbın altına düşmeden edemez. Bunun hem Felsefe Tarihi bakımından hem de genel zihin kullanımı bakımından kimi sonuçları var. Bu sonuçlardan da ileride söz edeceğiz.
“Olup biten her şeyin bir nedeni vardır”, bizim bilgimizi genişleten bir yargı. Demek ki “olup biten her şey” kavramından, salt bunu bölerek causa kavramını çıkartmak mümkün değil. Ne ki yine de bu iki kavram birlikte ve bağlantılı diye düşünülmeli. Peki bu iki kavram nasıl oluyor da yan yana gelebiliyor? Biz bu birlikte biraya koymayı yani synthesis‘i, deneyime ve duyumsamaya gitmeden yapmaktayız. Dahası bu önerme ögelerine varasıya deneyimden ve duyumsamadan bağımsız yani saf (rein). O halde Kant burada tam da şunu söylüyor. “Olup biten her şey” kavramını ve “neden” kavramını deneyime ve duyumsamaya gitmeden ortaya koyabiliriz. “Olup biten her şeyin bir nedeni vardır” yollu önerme, deneyimin ona göre kurulduğu kurallardan biridir. Tam da bu yüzden her birimizin anlama yetisinin (gemeiner Verstand) içerisinde bir kural ve bir yasa olarak durmakta. O halde, synthetik a priori önermeler farklı bilgi alanlarında (Wissenchaften) bulunabilir, farklı bilgi alanları bilgilerini bu tarzda genişletiyor olabilir ama bunlar aynı zamanda genel Anlama Yetisi içerisinde de vardır. Ne ki Kant, bunun niçin böyle olduğunu Saf Aklın Eleştirisi‘nin Giriş kısmında henüz bize söylememekte.
Yine Saf Fizik’in bir önermesi olan “cisimsel dünyanın tüm devinimi/değişiminde maddenin niceliği hep aynı kalır, değişmez.” (B 17), hem synthetik bir önerme hem a priori kurulmuş. Ne ki bu önerme bu biçimde ifade edildikte saf (rein) değil. Nitekim “cisim” ile “madde” empirik kavramlar. Kant’a göre, bir fizik araştırmacısının en temelde ve ilk bakacağı yer insan zihni ve onun anlama yetisi (Verstand) denilen yetisidir; doğa yasasını (Naturgesetz) soruşturan, doğa (Natur) nedir diye soran kişinin gideceği yer yine Anlama Yetisidir. Anlama Yetisinin yapısı çözülmeden saf fizik yapılamaz. Empirik fizik yani deneyim alanına giderek saf fizik alanının ortaya koyduğu kuralların ve yasaların sonuçlarını toparlamak ve soruşturmak, deneyimden hareketle “empirik yasalar” kurmak işi de bu türden bir soruşturmanın üzerine oturmalıdır.
Kant’ın yapmağa çalıştığı işin bilginin ya da zihnin sınırlarını çizmek olduğunu söylediydik. Ne ki burada yapılan “epistemolojik” iş aynı zamanda “fiziksel” bir iştir. “Fiziksel” yani physike. Nitekim Kant burada doğanın (Natura) ne olduğunu sormakta ve “doğa yasası”nı soruşturmakta. Dolayısıyla “fizik” burada “epistemoloji”nin içine yerleştirilmiştir. Ortaçağ sonrası kimi alanların birbirlerinin içerisine geçmesi ya da ortadan kalkmaları zaten söz konusu. Burada “doğa” ile ilgili sorunun insan zihninin sınırları ile ilgili soru ile birlikte düşünülmesi de bir bakıma ortaçağca bir iştir denilebilir.
[1] Burada Felsefe Tarihi içerisindeki bir bağlantıya işaret etmekte fayda var: John Locke (Newton’dan hareketle) Undurchdringlichkeit/Impenetrability kavramı yerine Solidity kavramını kullanmakta.