Kant, Transzendental Deduktion‘a, diyesim Kategorilerin Transzendental Deduktion‘una geçmeden önce (nitekim Kant bize sadece kategorilerin değil ama aynı zamanda kimi başka kavramlara ilişkin de Transzendental Deduktion verilebileceğini ve kendisinin de bunu yaptığını söylemekte) ilkece niçin böyle bir gerekçelendirmenin gerekli olduğunu bize anlatmakta. Kant’a göre, Anlama Yetisinin bu saf kavramları yani kategoriler söz konusu olduğunda, kimi şeyleri görmek, sözgelimi Duyumsama Yetisine ilişkin yapılan transzendental soruşturmada olduğu gibi “a priori açık değil” (A 90, B122). Niçin kategoriler Görünüşler üzerinde geçerli olabiliyor sorusunun yanıtını vermek hiç kolay değil. Dolayısıyla burada bir Deduktion verilmesi gerekiyor. Transzendental Estetik‘te yapılan iş de aslında bir Deduktion verme idi. Kant’ın kendisi de bunu ifade etmekte (Bkz. A 87, B 119). Ne ki bu beriki Deduktion‘un “daha az bir çaba ile” kotarıldığını (A 89, B 121) ve uzay ile zaman “kavramlarının” Görünüşlerde kullanılmasındaki zorunluluğun serimlendiğini görüyoruz.
Deduktion, Kant’ın hukuk terminolojisinden aldığı kavramlardan biri. Deduktion burada gerekçelendirme anlamında kullanılmakta ve bir kavramın kullanılmasındaki haklılığa işaret etmekte. O halde burada bir hak (Recht) meselesinden söz ediliyor. Bir kavrama ilişkin Deduktion verildiğinde (her kavrama, her tasarıma ilişkin Deduktion vermek gerekmez) hangi hakla o kavramı kullandığımızı serimleriz, bir hesap veririz. Kimi kavramlarda ise deneyim alanında kavramın nesnesine işaret etmek olanaklı olabilir. Böyle olduğunda gerekçelendirmeye gerek yoktur ama yine de deneyime gitmekle kavramın kullanılmasındaki haklılığa bir kanıt (Beweiß) getirmiş oluruz. Kant’ın da aktardığı gibi, hukukçular bunu quid iuris ve quid facti arasındaki ayırım ile anlatmakta. Mahkemeye getirilen bir olay söz konusu olduğunda burada yargıç bu olayın nasıl olduğunun anlatılmasını ve bunda da olmuş olanın hakikaten öyle olduğuna ilişkin kanıtlar getirilmesini ister. Bu çoklukla empirik bir kanıta işaret eder. Sözgelimi “cinayetin işlendiği gece o kişi şurada idi, buna tanıklık eden kişiler şunlardır ve şu türden başka kanıtlarımız vardır”. Ne ki mahkemede tartışılan sadece olmuş olanın nasıl olduğu değil, dahası buradaki olayın ve eylemlerin hangi yasa altında değerlendirmesi gerektiğidir. Yargıç, buna ilişkin de bir kanıt getirilmesini ister. Bir olayın (factum) şu yasa değil de şu ötekisi aracılığıyla düşünülmesi gerektiğini serimlemek, bir gerekçelendirme sunmaktır. Bu beriki kanıt, olayın nasıl olmuş olduğuna ilişkin getirilen kanıttan farklıdır. Bunun adı Deduktion‘dur. Quid iuris, bu olay hangi hakla şu yasa altında düşünülüyor sorusudur. Deduktion getirmek de tıpkı bir şeye olguda işaret etmek gibi bir kanıttır. Ne ki Deduktion dolaylı bir kanıt getirmedir. İşte bir mahkeme salonunda hukukçular tarafından böylece kotarılan işi Kant bir analoji ile kendi iş görmesine taşımakta. Nasıl? Tam da şöyle: o, ilkin insan zihni içerisindeki kavramlara genel olarak bakmakta. İnsan zihni içerisinde ya da daha dar biçimde ele almak gerekirse, Anlama Yetisi içerisinde farklı türden pek çok kavrama rastlamak mümkün. İmdi soru şu: Bu kavramları ele aldığımızda, bunları kullanmamızdaki haklılığa nasıl işaret edebiliriz? Bu kavramlar içerisinde, kendilerine ilişkin bir gerekçelendirme sunmanın pek güç olduğu kavramlar da var. Öte yandan kimi kavramlara ilişkin bir Deduktion vermeye bile gerek yok. Nitekim kavramın deneyimde karşılığı varsa, o kavramın hangi hakla kullanıldığı sorulduğunda, buna ilişkin, akıl yürütme ile birlikte giden bir hesap vermenin gereksiz olduğu görülüyor çünkü bu bir questio facti yani olgu sorusudur. Buna hemen bir örnek getirmek de mümkün. Sözgelimi empirik bir kavram olan “arı” kavramını hangi hakla kullandığımızı soruşturup bir Deduktion vermeye gerek yoktur çünkü “her defasında el altında deneyim vardır” (A 84, B 116). Bu kavrama karşılık gelecek deneyim nesneleri vardır. Dolayısıyla bu kavramın kullanılmasındaki haklılığı bir gerekçelendirme ile yani bir yerden hareketle ortaya koyacağımız sağlam bir temellendirme ile göstermeye gerek yoktur. Ne ki Kant “talih” ya da “kader” gibi, Görünüşler alanında karşılığı olmayan, gerekçelendirmesi de Akıl tarafından verilemeyen ama yine de “yaygın biçimde kullanılan” kavramların “bizi soktuğu güç durumdan” (A 84, B 117) da söz etmekte. Nitekim Görünüşler alanını sıkı takip ettiğimizde, burada bu kavramlara karşılık gelebilecek factum‘lara rastlamayız.
Kant burada kendi yaptığı iş bakımından da bir Deduktion vermek gerektiğini ifade etmekte. Kendi yaptığı iş nedir? Tam da şu: Anlama Yetisinin içerisinde Görünüşlere zorunlulukla bağlanan kimi saf kavramlar olduğunu savlamak. Kategoriler denilen, Anlama Yetisinin saf kavramlarının, yani duyumdan ve deneyimden tamamen bağımsız bir tarzda ortaya koyulan bu kavramların, Görünüşler alanında nasıl geçerli olduğunun ve bunlarda nasıl kullanıldığının hesabının verilmesi bir Deduktion‘dur. Burada Deduktion sözcüğü bir analojiye göre kullanılmakta.
Zihnin çok özel bir yetisi olan Anlama Yetisi içerisinde “artamayacak, mutlak bir Birlik” olarak karşımıza çıkan oniki tane saf kavram var. Akıl bu “mutlak birliği” bir ide olarak görmekte ve bu yapıt içerisinde bize serimlemekte. Kategoriler denilen bu oniki saf kavram, Anlama Yetisi içerisinde bir biçimde kurulmuştur. Dahası, bunlar birer düşünme kalıbıdır. Kategorilerin niçin nicelik olarak oniki olduğu üzerine önceki kısımlarda konuştuyduk. Transzendental Deduktion kısmı, buna ilişkin doğrudan ve açık bir şey söylememekte. Transzendental Deduktion‘da, Görünüşleri düşünmeye yarayan, deneyimin “olanaklılığının koşulunu” oluşturan ve kendilerinden bağımsız empirik herhangi bir kavramın kurulmasının olanaklı olmadığı bu saf kavramların, haklı hakla Görünüşlerde kullanılabildiği serimlenir. İmdi, kategorilerin Görünüşlerde kullanımının ve a priori bağlantısının zorunlu olduğunun görülmesi Kant’a göre kolay değil. Peki, kolayca görülebilen ne vardı da Kant bunun kolay olmadığını söylüyor? Burada David Hume’un “tüm akıl yürütmelerimiz bir karşılaştırmaya dayanır” yollu savı hemen yeniden akla gelmekte. Transzendental Estetik içerisinde yani Duyumsama Yetisinin ilkelerine ve başlangıçlarına baktığımız sapasağlam bilgi alanında, uzay ve zaman denilen kalıpların, Görünüşlerde zorunlulukla kullanılması gerekliliği Kant’a göre apaçık görülebiliyordu. Niçin? Çünkü bunlardan özellikle uzay kalıbına baktığımızda şunu söylemek gerekir: görünüşlerin diyesim yayılımlı diye gördüğümüz bu tasarımların kurulması için uzay kalıbının kullanımı zorunludur. O halde Görünüşler, uzay ile zaman olmadan kurulamaz ve bunlar olmadan “nesne bize verilemez”. Tam da bundan ötürü, uzay ile zamanın Görünüşler alanında kullanılmasındaki zorunluluğa işaret etmek, Kategorilerin Görünüşler alanında kullanılmasındaki zorunluluğa işaret etmekten çok daha kolay. Nitekim yapının kurulması uzay ile zamana bağlı: duyum çokkatlılığı ile uzay ve zaman bir araya geldiğinde ancak Görünüşler kurulabilir. Bize nesne ancak ve ancak bu şekilde “verilebilir”. Peki “biz” kimiz ya da “Ben” ne? Yanıt: “Ben”=Anlama Yetisinin kökü. Nesne de Anlama Yetisine verilmekte. Peki niçin? Onu nesne olarak tanısın diye, bilsin diye, ayırdına varsın diye. Nitekim “bir nesnenin bilinmesi ile düşünülmesi aynı şey değildir” (B 146). Nesnelerin bize “verilmesi” yani duyumsama yetisi içerisinde kurulması demek, bizim onları asıl anlamda “nesne” diye yakalamamız anlamına gelmez. Bunu açalım: bir şeyin zihnimizde bir duyumsama yetisi tasarımı olarak kurulması, bunun zihin tarafından “nesne” diye alındığını imlemez. Bir duyumsama yetisi tasarımını “nesne” diye yakalayabilmek için zihince başka bir iş ya da işleme gerek vardır. Bundan ötürü Kant, nesnenin “verilmesi”nden sonra, nesnenin nesne olarak düşünülebilmesi, tanınabilmesi ve yakalanabilmesi için artık Affektion gibi bir şeyin değil, bir Functio‘nun devreye girmesi gerektiğini savlamakta. Zihnin bir işlemi ile ancak zihin, kendisine verilen tasarımı “nesne” diye düşünebilir. Bir duyumsama yetisi ürünün obiectum olarak yani karşımıza fırlatılmış bir şey olarak düşünülebilmesi için, zihnin bir işleminden geçmiş olması gerekir. Kategorilerin Görünüşler üzerinde kullanılmasındaki zorunluluğun gerekçelendirilmesi yani Deduktion‘u işte tam bunun üzerinden açıklanmakta. Şunu belirttik: kategoriler kullanılmadan da Görünüşler kurulmakta ve nesne bize verilmekte. Bir şeyin bize görünmesi için Kategorilere yani “düşünme işlemlerine” hiçbir biçimde gerek yoktur. Ne ki nesnenin nesne olarak yakalanması ve düşünülmesi için düşünme işlemlerine gerek vardır. “Düşünme işlemi” nedir? Düşünmenin işlemi -daha sonraları Heidegger’in de “logos” üzerinden anlatacağı gibi- bir tür toplama, bir araya getirme işidir.
Anlama Yetisinin saf kavramları nesnelerine a priori bağlanır. Bu bağlanma, Kant tarafından şöyle ifade edilmekte: “kendi tasarımlarına deneyimden hiçbir şey katmadan” bağlanma. Biz bu kavramlardan genel olarak ve gündeliklik içerisinde de söz etmekteyiz. Nitekim Kategoriler olarak bunların adını koymadan da bu kavramlardan söz etmek mümkün. Sözgelimi “neden” ya da “etki” sözcükleri “ortalamalık ırası taşıyan Anlama Yetisinin” de kullandığı sözcüklerdir. Peki bu nasıl olmakta? Tam da şöyle: Anlama Yetisi, deneyimin kurulmasında bu kavramları her an Görünüşlere yedirdiği ve yerleştirdiği için (Kant’ın burada kullandığı sözcük: erzeugen), bunlar deneyim alanından birer kavram olarak tekrar toplanabiliyor. Ne ki bu toplama, empirik bir işe işaret ettiği için, bu kavramlara yüklenmesi gereken zorunluluğu serimleyemez. Sözgelimi “neden-etki” bu türden bir iş ile, Hume’un bıraktığı yerde (Kant’ın akarımı ile: “tümevarım aracılığıyla kurulan karşılaştırmalı bir genellik”) kalır. Dolayısıyla bu kavramlar Kant’a göre, deneyimden hareketle türetilemez. Bu türden bir türetme ile ona göre bu kavramların “değerine, dignitas‘ına” zarar vermiş oluruz. Gündeliklikte kullandığımız neden-etki, kalıcılık-ilineksellik kavramları, kategorilerin Görünüşlerde kullanılmasından hareketle, bizim yine bu empirik alandan topladığımız notio‘lardır. Aynı şey uzay ve zaman için de söz konusudur. Zaten hali hazırda Görünüşler alanının içerisinde bulunan uzay ve zaman, buradan sıyırılıp alınabilir ve bir notio haline getirilebilir. Nitekim bundan ötürü, Transzendental Estetik kısmında, bunların da transzendental Deduktion‘u verilmişti. Ne ki Görünüşlerden hareketle kategorinin kuralını vermek, uzay-zamandan hareketle bunların kurallarını vermekten çok daha güç bir iştir çünkü kategoriler, Görünüşler alanında ontik olarak karşımıza çıkmaz (vorzeigen). Dahası uzay ile zamanın transzendental Deduktion‘u verilmediğinde yani bunların mutlak anlamda varolmadığı ve yalnızca birer bakma kalıpları olduğu gösterilmediğinde, Kategorilerin transzendental Deduktion‘u da son derece muğlak hale gelmekte. Nitekim Kategoriler, deneyimi aşan bir tarzda, uzay kavramı üzerinde kullanılabiliyor. Sözgelimi uzay, bir Substantia olarak düşünülebiliyor. (Newton’un yaptığı iş buna örnek diye düşünülebilir, nitekim o uzay ile zamanın ayrı başına ve mutlak anlamda olduğunu savlamakta.) Dolayısıyla biz uzay ile zamanın mutlak anlamda varolmadığını ama yalnızca bizim zihnimizin birer bakma kalıbı olduğunu serimlersek, kategoriler aracılığıyla yapılacak olan bu sınır aşımlarının da önüne geçebiliriz.
O halde, Transzendental Deduktion içerisinde sorulan soruyu tekrar edelim: kategoriler hangi hakla Görünüşlere a priori bağlanabiliyor? Bunlar saf kavramlar, Görünüşlere de a priori bağlanıyorlar. Anlama Yetisinin saf kavramları olan bu kategoriler, her tek durumda, Görünüşlerin öyle kısımlarına bağlanırlar ki, bu bağlanma bir zorunluluğa işaret eder. Bu Deduktion‘un niçin transzendental olduğu da açık: nitekim ancak ve ancak bu kavramlar yani kategoriler aracılığıyla deneyim kurulabiliyor. Nitekim bunlar deneyimin “olanaklılığının koşulu”, bir “kaynak” ya da da bir Principium‘dur (başlangıç). Bizim içerisinde devindiğimiz kurulmuş olan doğa, bir sonuç olarak “karşımızda” durmaktadır ve onun bu biçimde kurulmuş olmasının arkasında kimi zorunlu şeyler bulunur. İşte transzendental soruşturmada bu kaynağa ve başlangıca, yani deneyim denilen kurulmuş ve çok katlı yapının, zihinden başka hiçbir yerde olamayacak kaynağına ve başlangıcına gidilir. Bunun için “genel olarak deneyimi” (Erfahrung überhaupt) bölmek gerekir. Deneyimin analysis‘i ile ortaya Görünüşler (Duyumsama Yetisinin Ürünleri) ve Kategoriler (Anlama Yetisinin Saf kalıpları) çıkar. Ne ki bu yapıyı daha da bölmek mümkün. Görünüşler de synthetik bir yapıya işaret ettiği için, bunları da bölebiliriz. Görünüşleri böldüğümüzde bunların içerisinden uzay, zaman ve empirik çokkatlılık çıkar. Bu sonuncusuna Kant duyum (Empfindung) ya da izlenim (Eindruck) demekte. Bizim zihinden hareketle söyleyebileceğimiz şeyler bunlarla sınırlı. Kant’ın, yapıtının Giriş (B) kısmının hemen başında “bizim tüm cognitio‘muz (cognitio dar anlamı ile bilgi; geniş anlamı ise “zihin” kurgulaması olarak düşünülebilir, nitekim Kant Duyumsma Yetisinin ürünlerine de cognitio demekte. Uzay ile zaman da birer cognitio ama bunlara “bilgi” demek doğru değil.) yani tüm zihin yapıntılarımız deneyimle başlar” demesi boşuna değil. Nitekim karşımıza çıkan ilk zihin kurgulaması deneyimdir. Bunu böldüğümüzde ise bunun içerisinden kimi öteki cognitio‘lar çıkar.
Quid iuris ile quid facti üzerine yukarıda ayrıntıda konuştuk. Kant bir kavramın kullanılmasındaki haklılığa ilişkin getirilen açıklamaların Locke’un ya da Hume’un yaptığı gibi yapılamayacağını düşünmekte. Nitekim o, saf ve a priori bir tarzda kurulan ve kullanılan kavramların yani kategorilerin “doğum belgesi”nin deneyimden başka bir yerde olduğunu düşünmekte. Kategorilerin bir doğum belgesi varsa, bu şu demeye gelir bunlar “doğmuştur” ve birer idea innata değildir. Kategorilerin ortaya çıkması, doğması ve tam da bu nicelikte ortaya çıkması boşuna değil. Kategorilerin kendileri bir kökendir ama kategorilerin de bir kökeni, kaynağı ve doğumu vardır. Bu soru, diyesim, kategorilerin nereden geldiği sorusu, kendisine ilişkin Deduktion verilecek bir soru değildir. Bunun nedeni şu: a priori cognitio‘nun kökenine bakma işi yine bir questio facti işidir. Factum (olgu) dediğimizde sadece empirik bir şeyden söz ediyor değiliz. Dahası factum zorunlulukla, zihinden ayrı olan bir şey de değildir. Factum, olan, ve olduğu apaçık, inkar edilemeyecek olan şey demektir. Kategorilerin kökündeki saf düşünme edimi bir factum‘dur ve onun bir Deduktion‘u verilemez.
Yine Kant bu kısımda uzay ile zamandan birer “kavram” olarak bahsetmekte. Bu gelişigüzel bir şey değil. Nitekim o bizi Transzendental Estetik içerisinde uzay ile zamanın hiçbir biçimde kavram olmadığı konusunda uyarmıştı. Şimdi uzay ile zamana “kavram” demesinin nedeni şu: burada tartışma, genel uzay ve zaman kavramları üzerinden yürütülmekte. Nitekim ortalamalık ırası taşıyan Anlama Yetisi de uzay ile zamandan söz etmekte. Zihin ürünlerinin, Görünüşlerin içerisine yerleştirilmesinde (Kant’ın burada kullandığı sözcük: Erzeugung) bu ürünler başka bir hale gelmekte ve biz, bu son durumlarından hareketle bu ürünleri toplamakta ve genel olarak ifade etmekteyiz. Uzay, zaman ile kategoriler, Görünüşlerin içerisinde adeta gömülüdür. İşte Locke ya da Hume gibi düşünürler, Kant’a göre, gömülü olan bu yapıları buradan bir türetme ile (derivatio) ile toplayıp ele almakta ve buradan hareketle, bu yapıların sağlam bir gerekçelendirmesini verememektedirler. İşte karşımızda duran bu çokkatlılığın, deneyimin ya da kurulmuş doğanın arka planına bakmak, geçmek gerekir. Transzendental iş tam da budur. Tüm bu “Kritik” bu türden bir ayıklamaya da işaret eder.
Kategoriler, Görünüşleri düşünmeye yarayan kalıplardır. Görmeye yarayan kalıplar ise uzay ve zaman idi. Kant, soruyu şöyle sormakta: bu subjektiv (özneye ait, özneye özgü ve ilişkin) kalıplar nasıl objektiv (nesnede geçerli, nesne için söz konusu) olabiliyor? Sözgelimi zihindeki neden-etki kalıbının Görünüşlerde kullanılması için apaçık bir sebep var gibi görünmüyor. Uzay ile zaman da subjektiv kalıplar, ne ki bunlar aynı zamanda objektiv. Bir ögenin subjektiv olması, onun aynı zamanda objektiv olmasına hiçbir biçimde engel değil. Nitekim özne için söz konusu olan bir şey, aynı zamanda nesne için de söylenebilir. Sözgelimi öznenin bakma kalıbı olan uzay, aynı zamanda objektiv yani nesne için de geçerli çünkü ancak böylece “nesne bize verilebilir”. Dahası, bir yapı hem empirik hem saf da olabilir çünkü empirik iki anlamda kullanılır: 1. deneyim için söz konusu olan, deneyimde kullanılan; 2. duyumsama içeren. Kant, uzay ile zamanın saf olduğunu birden çok kez vurgulamakta. Öte yandan bunların “empirik bir gerçekliğinin ve kullanımının” olduğunu da bize söylemekte. Peki bu ne demeye gelir? Tam da şu: burada empirik, “duyum içeren” anlamında kullanılmamakta. Burada empirik sözcüğü, bu zihinsel yapıların deneyimde kullanıldığını, deneyimde geçerliliğinin olduğunu bize göstermekte.
Anlama Yetisinin kavramları, görüde karşımıza bir nesne çıkartmıyor, ne ki uzay ile zaman için durum böyle değil. Uzaydan hareketle, geometrinin nesneleri, diyeceğim biçimler, Görünüşler alanında karşımıza saf bir tarzda çıkmakta. Anlama Yetisinin saf kavramları söz konusu olduğunda böyle bir şeyden söz etmek mümkün değil. Dolayısıyla bunlara ilişkin bir Deduktion vermek gerekir ve bu Deduktion‘u vermek, uzay ile zamana ilişkin Deduktion vermekten daha güç bir iştir.
Kant üzerine konuştumuz bu 13. kısmın başlığını şu şekilde belirlemiş: “Genel Olarak Bir Transzendental Deduktion’un İlkeleri Üzerine”. Burada “genel olarak” diye karşıladığımız sözcük überhaupt. Bu son derece temel sözcüğün 14. kısımda da karşımıza çıktığını göreceğiz. 14. Kısımın başlığı ise şöyle: “Kategorilerin Transzendental Deduktion’una Geçiş”. Burada soru şu: nesne (Gegenstand) nedir? Buraya kadarki kısımlarda Kant bize son derece ayrıntılı bir biçimde, Duyumsama Yetisi aracılığıyla nesnenin bize verilebileceğini anlattı. Duyumsama Yetisi aracılığıyla nesnenin verilmesi, onun “Dasein‘ına göre üretilmesi” (A 92 | B125) diyeceğim onun var kılınmasıdır. Bu, etkilenimle birlikte giden bir tarzda meydana gelmektedir ve Duyumsama Yetisinin saf kalıplarından bağımsız bir biçimde olmamaktadır. Nesne verildikte, kuruldukta empiriktir. Ne ki burada synthetik bir yapıdan söz etmekteyiz. Nesnenin duyum aracılığıyla, bir synthetik tasarım olarak ortaya çıkması empirik bir tarzda gerçekleşmekte. Ne ki nesnenin verilmesi demek, nesnenin nesne olarak düşünülmesi, yakalanması ve tanınması anlamına gelmez. Empirik bir tasarımın, deneyim nesnesi olarak zihince yakalanabilmesi için, zihnin ayrı bir işlem gerçekleştirmesi gerekir. Nesne, bir tasarım olarak kuruldukta zaten zihnin “içindedir” ve benim nesneyi bir obiectum yani önüme fırlatılmış bir şey olarak, benden ayrı bir şey olarak düşünebilmem için, bu tasarımı bir işlemden geçirmem gerekir. Bir nesneyi nesne olarak düşünebilmek için; subjekt’i objekt’ten ayırabilmek için özel bir functio gerekmektedir. İşte düşünme burada devreye girmekte. Her bir nesneyi, onun kavramından hareketle, genel olarak nesne olarak düşünmekteyiz ve tüm deneyim nesnelerini genel olarak nesne diye düşünebilmem ve yakalayabilmem için kategoriler zorunludur. Görünüşler, kategorilerin altına getirildikte, deneyim nesneleri olurlar ve nesne olarak düşünülebilirler. O halde nesnenin verilmesi demek, onun nesne olarak yakalanması demeye gelmemekte. Nesneler her an kategoriler altına getirilmezse, bizim için asıl anlamda nesne olamıyor; deneyim nesnesi olamıyor. Nitekim Kant’a göre, duyumsama nesnesi ile deneyim nesnesi farklı şeylerdir. Deneyim nesnesi denildiğinde ve nesne kategoriler altında düşünüldükte, mutlaka zaman kalıbı altında kalıplanan nesneyi düşünmek gerekiyor. Nitekim bunun kimi sonuçları var. O halde, kategoriler varolmaklığı bakımından nesneyi oluşturmaz. Bir nesnenin karşımda belirmesi kategorilere bağlı değildir.
Ne ki görünen bir nesnenin, genel olarak nesne olarak düşünülmesi; özne ile nesne arasındaki sınırın çizilmesi kategorilere bağlıdır. Ancak ve ancak kategoriler aracılığıyla, tüm görünüşler, deneyim nesneleri haline gelir. Bunun nasıl olageldiğinin açıklamasını Kant bize bir Deduktion olarak verecek. Hangi hakla kategoriler görünüşlere bağlanabiliyor? Bu bağlantı nasıl oluyor da a priori bir tarzda gerçekleşmekte? İşte buna ilişkin transzendental bir Deduktion verilebilir. Ne ki kategorilerin kendi doğumu, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir Deduktion ile açıklanamaz çünkü bu bir olgu sorusudur. Kategorilerin nasıl ortaya çıktığını Kritik’in kimi başka yerlerinden ve Kant’ın el yazmalarından toplayarak çıkartmak mümkün. Yine de, Kategorilerin Transzendental Deduktion’u içerisinde de bunu dolaylı olarak yakalamak mümkün nitekim Kategorilerin, görünüşlerde niçin geçerli olduğunu açıklamanın yolu tam da bunların nasıl kurulduğunu da serimlemek ile mümkün oluyor. Kategorilerin nasıl kurulduğunu anlamadan, bunların görünüşler üzerinde kullanılmasındaki geçerliliği ve haklılığı kavramak güç.
“Kategoriler, a priori bir tarzda belirleyicidir.” Bunlar görünüşleri belirlerler; görünüşleri benim nesnem kılarlar. Tüm deneyim temelde, kategoriler denilen kavramların görünüşler üzerinde kullanılması ile başlar. Daha sonra ortaya çıkan her kavramın -empirik ve saf kavramların- kurulabilmesindeki ve kullanılabilmesindeki ön koşul yine kategorilerin görünüşler üzerinde kullanılmasıdır. Kategorilerin görünüşlere a priori bağlanması, kategorilerin görünüşler içerisindeki saf çokkatlılığa bağlanması meselesidir. Kategoriler her an görünüşler içerisindeki saf çokkatılığa bağlanır. Peki nedir bu saf çokkatlılık? Tam da şu: uzay ile zamandan hareketle, kurgulama yetisinin produktiv kullanımında ortaya koyduğu yapı. Kategoriler işte bunlara bağlanmakta. Bir kategorinin görünüşler üzerindeki herhangi bir kullanımında bir şaşma ya da bir sekme olamaz. Ortalamalık ırasına iye Anlama Yetisi bile burada bir yanlışa düşmez.
Buraya kadarki kısımda “genel olarak deneyim”in bölünmesinden söz ettik ve “genel olarak nesne” üzerine konuştuk. Nesnenin görünmesi ya da empirik olarak verilmesi; nesne olarak düşünülmesinden farklıdır, bunu da belirttik. Nesnenin bir tasarım olarak zihinde kurulması, onun nesne olarak yakalanmasına işaret etmez. (Grekler de bu berikine gnorizein diyordu.) Nesneyi zihinde bir Görünüş olarak kuran yeti, Duyumsama idi; ama nesneyi onun aracılığıyla nesne diye yakaladığım ve düşündüğüm yeti Anlamadır. Peki bu nasıl yapılmakta ve deneyim nasıl kurulmakta? Kant bunu üç temel uğrak üzerinden bize serimlemekte: Duyum, Kurgulama/İmgeleme Yetisi/ Apperzeption. (Krş. B 127’ye Kant’ın dipnotu) (Eğer empirik kullanımından, Hume’un yaptığı gibi “ide ilişkilendirme”den söz ediyorsak, Einbildungskraft’ı imgeleme diye karşılayabiliriz; ne ki kuran işe eden işlerini vurgulamak için, “Kurgulama” sözcüğünü kullanmak gerekiyor.) Bu üç temel uğrak Kant’a göre “zihnin başka hiçbir yetililiğinden türetilemez” (ibid.). Bunlardan ilki diyesim Duyumsama, uzay, zaman ve izlenimlerin topluca bir bakış içerisine alınmasına işaret eder (Kant’ın burada kullandığı sözcük synopsis). Dahası Duyumsama aracılığıyla kurulan bu yapının, zamanı da temel alır biçimde, imgeleme yetisi aracılığıyla üzerinden geçilmesi ve bağlanması gerekir. Burada karşımıza pek çok synthesis çıkmakta. Deneyimin kurulmasındaki üçüncü temel uğrak da, bir synthesis’e getirilen (synthesis: üzerinden geçme ve birbirine ekleme; ya da iç içe geçirme) yapının birliğe getirilmesidir. Bu ise daha önceki kısımlarda belirttiğimiz gibi, niteliksel bir birliktir. Zihinde, birliğe getirme işlemini gerçekleştiren edim Apperzeption’dur. Bundan da ayrıntıda söz edeceğiz.
O halde Transzendental Deduktion içerisinde, daha önce, Transzendental Estetik içerisinde ortaya koyulan uzay ile zamanın saf çokkatlılıklarından hareketle, kategorilerin bunlar üzerinde nasıl ve hangi hakla kullanıldığı serimlenecek. Tıpkı hukukçuların yasaların şu belli durumda niçin geçerli olduğunu açıklamaları ve bunu gerekçelendirmeleri gibi, Kant da zihindeki saf kavramların, görünüşler üzerinde niçin geçerli olduğunu bir Deduktion ile açıklayacak. Ne ki bu Deduktion, temeldeki tüm empirik bilgimizin kullanılmasındaki zorunluluğa da işaret edeceğinden, transzendentaldir.
One reply on “Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi) Transzendental Analytik II, I, §13-§14 | Transzendental Deduktion’a Geçiş | Ders 11”
iPhone’umdan gönderildi
> Königsberg Radyosu şunları yazdı (14 Ağu 2021 11:20): > > >
LikeLike