Categories
Kant Saf Aklın Eleştirisi

Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi), Transzendental Mantık, Giriş I-II | § Ders 7

Geçtiğimiz derste Transzendental Estetik’in son kısmı yani “Genel Belirlemeler” üzerine konuşmuştuk ve böylelikle belirli bir çerçeve içerisinde Transzendental Estetik’i bitirmiştik. Bu hafta, Transzendental Ögeler Öğretisinin ikinci kısmı olan Transzendental Mantık kısmına geçiyoruz. Her şeyden önce burada, tıpkı Transzendental Estetik’te olduğu gibi bir bölümleme olduğunu görmekteyiz: Bir Giriş kısmı var ve burada, daha sonra kullanacağı kimi kavramlara ilişkin belirlemeler yapıyor Kant. Giriş kısmından sonra “Kavramların Analitiği” diye işe başlıyor. Bundan sonra karşımıza çıkacak Bölüm ise “Temel Önermeler Analitiği”. Girişin içerisinde ise dört (4) tane ayrı kısım var. Biz bugün birinci ve ikinci kısımlar üzerine konuşacağız.

Transzendental Mantık’ın Giriş kısmının ilk bölümünde (“I. Von der Logik überhaupt”= “I. Genel Olarak Mantık Üzerine”) Mantıktan ne anladığını anlatmağa çalışıyor Kant. Her şeyden önce, ona göre, asıl ve önde gelen anlamı ile ele alındığında, Mantık asla bir araç olamaz. Mantık (Logik) bir Wissenschaft‘tır (Science) yani sapasağlam bir bilgi alanıdır. Nasıl ki Aristoteles’te episteme‘yi “bilim” diye çevirmiyorsak, burada da (Aristoteles’in episteme‘si Kant’ın Wissenschaft‘ı ile aynı şey olmasa bile) Wissenschaft “bilim” diye karşılanamaz.

Mantık bir Wissenschaft. Kant “Mantık” ile, bizim mantık ile anladığımız şeyi [ve Wissenschaft ile, bizim “bilim” ile kastettiğimizi düşündüğümüz şeyi] anlamamaktadır. Genel olarak Mantık, düşünmenin kurallarına bakan, düşünmenin kurallarını a priori olarak yani deneyime ve duyumsamaya gitmeden sermeğe çalışan bir bilgi alanıdır. Kant Mantık’ı “Genel Mantık” ve “Özel Mantık” olarak ikiye ayırmakta. Metin ilerledikçe Genel ve saf Mantık’ı da Transzendental Mantık’tan ayırdığını göreceğiz. Bu yapıtın sınırları içerisinde bizi ilgilendiren Mantık, Transzendental Mantık. Nitekim kendisinin yaptığı iş herhangi bir Mantık değil, Transzendental Mantık. O halde bunların arasında ne gibi bir ayırım var bundan da söz etmemiz gerekiyor. İmdi 1. Genel Mantık 2. Özel Mantık; 3. Genel Mantık’ın altında a. Saf Mantık ve b. Uygulamalı Mantık’tan söz edeceğiz (Bkz. Yukarıdaki Şema).

Ne ki Kant bu ayırımları yapmadan önce metnin hangi yöne doğru ilerlediğini bizlere gösterebilmek için, Transzendental Mantık’ın Giriş kısmının hemen ilk bölümünde ilkin kimi yetilerle ilgili temel belirlemeler yapıyor. Buraya kadar üzerine ayrıntıda konuştuğu temel yeti Duyumsama (Sinnlichkeit) idi. Duyumsama Yetisine ilişkin yaptığı soruşturmanın adı ise “Transzendental Estetik” idi. Kendisi de “Estetik” sözcüğünü, 18. yüzyılda Alman Dilinde iş gören öteki kimi düşünürlerden farklı bir biçimde kullandığını belirtmişti (Bkz. B 36). Buna göre, Kant “Estetik” derken bir “Beğeni Theorisi”ni kastetmemektedir. Estetik sözcüğünü tıpkı Greklerin kullandığı gibi kullanmaktadır (aisthesis: duyumsama) ve “Transzendental Estetik”i duyumsamanın ilkelerini, kurallarını soruşturan bir alan olarak belirlemektedir. Bu soruşturma “empirik-psikolojik” bir soruşturma değildir, hem saf hem de transzendental bir soruşturmadır ve tamamlandıkta ortaya “Transzendental Estetik”in iki datum‘u olarak “Uzay” ve “Zaman” çıkmıştır. Bu beriki de şu demeye gelmekte: uzaya ilişkin bir ya da birden çok transzendental bilgi ve zamana ilişkin transzendental bilgiler. Yine Transzendental Mantık, Giriş ikinci kısımın içerisinde “transzendental”in ne olduğuna ve ne olmadığına ilişkin bir uyarı yapıyor Kant (B 81). Nitekim birkaç bölüm sonra karşımıza çıkacak olan “Transzendental Deduktion”un (Deduktion: bir kavramın hangi hakla kullanıldığının gerekçelendirilmesi) ne demeye geldiğini tam kavrayabilmek için bu sözcüğün apaçık olması lazım.

İmdi Transzendental Mantık’ın Giriş kısmının birinci bölümüne ayrıntıda bakalım ve burada karşımıza ilk kez çıkan kimi temel kavramların ne demeye geldiklerini de sermeye çalışalım.

“Giriş I.

Genel Olarak Mantık Üzerine”

“Bizim bilgimiz, ruhsal yapının ya da zihnin (Gemüt) iki temel kaynağından çıkar…”

Kant, KrV A 50 | B 74

Hemen bu başlangıç kısmında Kant iki temel yetiye işaret ediyor. Birisi üzerine (Duyumsama Yetisi/Sinnlichkeit) buraya (A 19 | B 33) kadar ayrıntıda konuştu. Ne ki bizim bilgimizin ortaya çıkması için, Erkenntnis diye bir şeyden bahsedebilmemiz için sadece duyumsama yetisi yeterli değil. Diğer Yeti yani Anlama Yetisi (Verstand) de bilgimizin kurulabilmesi için tek başına yeterli olamıyor. Bunların birini diğerine yeğlemek söz konusu değil Kant’a göre. Bu yetilerin biri diğerine göre bir bakımdan bir öncelik taşıyor değil. Devam edelim: “Bizim bilgimiz, ruhsal yapının ya da zihnin (Gemüt) iki temel kaynağından çıkar, bunların ilki tasarımları almaktır…” (ibid.) Nedir bu aldığımız tasarımlar? Yanıt: Hume’un “izlenimler” dediği şeyler. Zaten Kant da burada bu sözcüğü diyesim izlenim (Eindruck) sözcüğünü kullanıyor (die Rezeptivität der Eindrücke: izlenimlerin alımı). Bir yetide (Duyumsama) olup biten şey o halde bu: tasarımları almak. Bu ne demeye geliyor? Tam da şu: Ding’ler (şeyler) bizi etkilediği sürece, zihnin bu etkilenebilme olanağının etkinliğe dökülmesi ve tasarımların kurulması. Burada zihnin kendisinin kendi başına, salt kendisinden hareketle kuramayacağı tasarımlardan bahsediyoruz. Zihnin bu tasarımları kurabilmesi için -yani duyumsama yetisi içerisinde duyum (Empfindung) denilen tasarımları (koklama, işitme, tat alma, görme, dokunma) kurabilmesi için- etkileniyor olması lazım. Zihin kendisi, kendiliğinden bu tasarımları kuramıyor. O yüzden burada bu tasarımların, izlenimlerin “alımı”ndan (Rezeptivität) bahsediyor. “İkincisi bu tasarımlar aracılığıyla bir nesneyi bilme yetisidir…” “Tasarımlar aracılığıyla nesneyi bilme yetisi”? Aslında Kant daha önceden bunu bize söylediydi: bizim nesne ile bağlantımız hep nesnenin görüsü üzerinden oluyor (A 19 | B 33) dolayısıyla tasarımlar aracılığıyla biz bir nesneyi bilebiliyoruz ve bizim bir nesneyi bilmemiz demek, her şeyden önce, onu “kavramlar altında getirmemiz” yani nesnenin tasarımını kavramlar altına getirmemiz demek. Kant burada (A 50 | B 74) parantez içerisinde şöyle bir şey söylüyor: “kavramların kendiliğindenliği”. Kavramların kendiliğindenliği (Spontaneität) ile Duyumsama Yetisinin Alım (Rezeptivität) olanağı arasında bir ayırım hatta bir karşıtlık var. Kavramlar (Begriffe) dediğim tasarımlar çok özel bir yeti içerisinde bulunuyor: Anlama Yetisi (Verstand). Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit) içerisinde, Kavram (Begriff) diye bir şey yok. Bu türden bir tasarım ilk defa bizim karşımıza Anlama Yetisi (Verstand) içerisinde çıkmakta. İmdi “Kavramların Kendiliğindenliği” (Spontaneität der Begriffe) ne demek? Kavramlar Anlama Yetisi içerisinde karşıma çıkıyorsa, yani bu türden tasarımların yeri Anlama Yetisi ise, o halde Anlama Yetisinin “Kendiliğindenliğinden” söz ediyor olmam gerek. Anlama Yetisi karşısına bir tasarım geldiğinde, bu kavramları ile düşünmeden edemiyor. Duyumsama Yetisi, Anlama Yetisine tasarımlar verdiği sürece, düşünme (denken) yani en kök biçimi ile, Anlama Yetisinin içerisindeki düşünme, önüne düşen tasarımları düşünür. Demek ki “Kavramların Kendiliğindenliği”, kavramlar altına getirilebilecek tasarımlar olduğu sürece, kavramların düşünmeden ya da bu tasarımları kalıplamadan edememesi demeye geliyor.

“Bunlardan ilki aracılığıyla bize bir nesne verilir…” “Nesnenin verilmesi” Kant’ın tipik bir ifadesi. Peki “ilki” dediği nedir? Yanıt: Alım Yetisi (Rezeptivität). Bizdeki Alım Yetisinin adı Duyumsama (Sinnlichkeit). Nitekim faklı türden Alım Yetileri olabilir. Demek ki bizdeki Alım Yetisi aracılığıyla bize nesne veriliyor yani bizim için bir tasarım olarak kuruluyor. Nesnenin tasarım olarak kurulması başka bir şey, nesnenin tasarım olarak kurulduktan sonra “nesne” olarak yakalanması bambaşka bir şey. Bir nesneyi tasarım olarak kurmam, o nesnenin nesne olarak ayırdında olmam; onu kendimden ayrı bir nesne olarak belirlemem demeye gelmiyor. Nesnenin tasarımının kurulması nesne ve özne arasındaki yani benim kendi Subjekt‘imle Objekt arasındaki sınırın çizildiğini imlemiyor. Bunlar için, zihnin başka işlemleri (Funktionen) gerekir. Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit) yalnızca yapabildiğini yapıyor. Ne yapabiliyor? Yanıt: izlenimlerin alımı ve bunların beli bir düzen altına getirilmesi. Açalım: Şeyler (Dinge) bizi etkilediği sürece duyumun (Empfindung) kurulması, bu duyumun ya da duyumların uzay ve zaman altına getirilmesi ve böylelikle Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit) içerisinde bir düzen oluşturulması.

Bilginin onlar aracılığıyla ortaya çıktığı iki temel kaynaktan bahsettik. Bunlardan “ikincisi”, “kavramların kendiliğindenliği”ni ortaya koyan yeti yani Anlama Yetisi (Verstand). “İkincisi” yani Anlama Yetisi aracılığı ile bu nesne, “ruhsal yapıya ait salt bir belirleme olarak o tasarım ile ilişkisi içerisinde düşünülür”. Bu nesne, o tasarım ile ilişkisi içerisinde düşünülür. Yani nesne düşünülüyor ama belli bir tasarım ile ilişki içinde düşünülüyor. Demek ki nesne bizde gelişigüzel bir tarzda düşünülmüyor. Bir tasarım (Vorstellung/Repraesentatio) olarak nesne bizim düşünme olanağımız altına getiriliyor. Ama orada neler var? Yanıt: Kavramlar. İleride bunların nasıl kurulduğundan bahsedeceğiz. Tasarım olarak nesne, Anlama Yetisindeki kavramlar ile ilişki içerisinde düşünülüyor. Dolayısıyla bu herhangi bir düşünme değil, kurallara son derece bağlı, sıkı hatta esnemez bir düşünme. Bu düşünme Anlama Yetisinin düşünmesi. Anlama Yetisi önüne tasarım geldiği sürece, düşünmeden edemiyor. Anlam Yetisi içerisindeki kavramlar denilen tasarımlar “zihne ait salt belirlemeler”dir. Burada Kant çok belli kavramlardan söz etmekte ve bunlar empirik değil, Anlama Yetisinin saf kavramları. İmdi bu kavramların zihne ait salt bir belirleme olması ne demeye geliyor? Bu kavramlar, sözgelimi duyumdan şu bakımdan ayrılıyor: Duyum (Empfindung) zihnin kendisinin kendi başına kuramayacağı bir tasarım. Kavramlar (Begriffe) zihnin kendi olanaklılığından, kendi yetilerinden hareketle, başka bir şeye gitmeksizin kurabileceği tasarımlar. (Kavramların tümü elbette bu şekilde kurulmuyor ama burada Anlama Yetisinin saf kısmından söz ediyoruz.) Anlama Yetisinin saf kısmında yakaladığımız kavramları yani Kategorileri oluşturmak için zihnin kendisi dışında başka bir şeye ihtiyaç duymuyoruz. Zihnin farklı yetileri, bu kavramların kurulması için bize gereken her şeyi veriyor. Elbette ki bu kavramların kurulması a priori olsa da Kant’ın in concreto dediği tarzda söz konusu oluyor. Bu şu demek: bir biçimde zihin çalıştığında, uygulamada, zihin işlediğinde, empirik olanı da kurduğunda bu kavramlar kuruluyor ama empirik olanın üzerine basarak kurulmuyorlar. Zihin bir kere tüm kurallığına göre çalışmaya başladığında, empirik olanı kuruyor, saf olanı buna yediriyor ama bunu yaparken kendi saf ögelerini de kurabiliyor. Ama eğer Alım Yetisini çalıştırmazsak, diğer kısımlarda ortaya çıkabilecek kavramların ortaya çıkması mümkün değil. In concreto yani kullanımda açığa çıkan şeyler, uygulamada, zihin çalıştığında söz konusu olan şeyler kimileyin empirik kimileyin saf olabilir. Anlama Yetisinin içerisinde, arka planda yakaladığımız bu saf kavramların yani kategorilerin belli bir kurulumu var ve bunlar zihnin içerisinde arka planda hali hazırda duruyor değil. Bu kavramlar arkada hazır bir şekilde duruyor olsaydı ve kurulmaları söz konusu olmasaydı, bu durum başımıza büyük dertler açabilirdi. Kant bundan pek çok yerde söz etmekte. Zihnin içerisindeki bu kavramlar yani Duyumsama Yetisinin önümüze koyduğu tasarımları düşünmeye yarayan bu kavramlar (Kategoriler denilen oniki saf kavram) nasıl oluyor da görünüşler (Erscheinungen) üzerinde kullanılabiliyor? Nasıl oluyor da bunlar arasında bir örtüşme var? Bunlardan biri (Kavramlar) kalıp (Form) olarak düşünülecek, diğeri yani Görünüşler, Duyumsama Yetisinin ürünleri olarak, içerik (materie) olarak düşünülecek ve saf kavramlar olarak kalıpların altına bu görünüşler getirilecek. Ne ki hangi kavramın altına hangi görünüşü getireceğimi nereden çıkartacağım? Bunun hesabının veriliyor olması lazım. Kant işte tam da bunun hesabını veriyor. “Kategorilerin Transzendental Deduktionu” tam da bununla ilgili ve şu soruyu yanıtlıyor: Hangi hakla ben bu kavramları görünüşler üzerine kullanıyorum? Bunların hangi hakla kullanıldığını serme işi, bir biçimde, bilginin kökenine gitme işi. Transzendental iş tam böyle bir şey. Genel Mantık bilginin kökeni ile uğraşmıyor; -empirik olsun ya da saf olsun- Anlama Yetisinin ya da Aklın belli kullanımlarına bakıyor, bunların içerisindeki empirik kısımları eliyor ve buradan genel kurallar çıkartmağa çalışıyor, diyesim Anlama yetisinin ve Aklın genel kullanım ilkelerini çıkartmağa çalışıyor. Ne ki bu ilke/kural çıkartma işini empirik bir Cognitio‘dan hareketle ya da saf bir Cognitio‘dan hareketle yapabilir. Yine de, Genel Mantık empirik bir şey üzerine çalışıyor olsa bile bunun empirik kısmını/içeriğini eleyecektir, ondan ayıklayacaktır ve sonuç olarak, onun ortaya koyduğu ilkeler saf ilkeler olacaktır. Ne ki Genel Mantık hiçbir zaman “bilginin kökeni”, “kaynağı”, “sınırları” gibi şeylere bakmayacak. Dahası Transzendental Mantık, “Kategoriler hangi hakla görünüşler üzerinde kullanılabiliyor?” sorusundan hareketle iş gördüğü için, bizim ortaya koyduğumuz saf bilginin ve saf düşünmenin objektive Gültigkeit‘ını (objective validity/nesnede geçerliliği) da soruşturacak. Nesne dediğim şey ne? Tasarım (Vorstellung), tasarımlar ve Görünüşler (Erscheinungen). Hangi hakla ben düşünmenin kimi kalıplarını, zihnimde tam da kökte bulunan, anlama yetisinin kökünde bulunan kimi kalıpları, Görünüşler (Erscheinungen) yani benim için tasarımlar olarak bulunan nesneler üzerinde kullanabiliyorum diye soruyor Transzendental Mantık. Genel Mantık ise düşünmeyi bu şekilde ele almıyor; birer yasa, kural olarak birtakım ilkeler ortaya koyuyor ve Genel Mantığın ortaya koyduğu, serdiği bu ilkeler hem Anlama Yetisini (Verstand) hem de Aklı (Vernunft) ilgilendiriyor. Genel Mantık Kant’a göre bir canon‘dur: O, farklı yetilerin önerme kurabilmeleri için söz konusu olan, zorunlu, a priori ilkeleri serer. Ne ki Transzendental Mantık’ın ortaya koyduğu [saf] ilkeler, Genel Mantık’tan farklı olarak tam da düşünmenin kökünde (Ursprung) bulunuyor. Transzendental Mantık’ta herhangi bir nesne üzerine analysis yapmıyoruz. Genel Mantıkta ise bu söz konusu olabilir: Sözgelimi Anlama Yetisinin (Verstand) ve genel olarak düşünmenin kurallarını çözmek isteyen [Genel] Mantıkçı bu yetilerin belli bir kullanımına bakar, burada kimi şeyleri ayıklar (abstrahieren) daha sonra buradan bir kural çıkartır. Ama bunun arka planında, kökeninde ne var diye sormaz. İşte Transzendental Mantık, Genel Mantıktan bu beriki işi yapmakla ayrılır. Demek ki hem Genel Mantık hem de Transzendental Mantık bir yöntem olarak analysis içeriyor ama Transzendental Mantık önüne gelen her Anlama Yetisi nesnesine analysis yapmıyor, sadece ve sadece onlar aracılığıyla düşünmenin tam da kökeninde ne olduğuna bakabileceği birtakım ürünlere analysis yapıyor. Transzendental, her şeyden önce bilgiye getirilen bir sıfat. Kimi önermeler kurduğumda bunlar transzendental bilgi altında düşünülebilir. Ne ki herhangi bir öge, sözgelimi “uzay” (Raum) kendi başına transzendental diye adlandırılamaz. Peki transzendental olan ne? Uzayla ilgili bir bilgi. Sözgelimi uzayın duyumsama yetisinin işleyebilmesi için zorunlu bir kalıp olduğu yollu bilgi transzendentaldir. Ne ki uzayın kendisi ya da zaman transzendental değildir, diyesim bu sıfat bu sözcüklere gelişigüzel iliştirilemez. Uzay ve Zaman için “transzendental a priori Form’lar” ifadesini kullanmak son derece yanlış. Kant da bizi bu konuda sıkı uyarmakta (Bkz. B 81). Transzendental sözcüğü kalıbın kendisini nitelemiyor, bir sıfat olarak bilgiye getiriliyor. Benim karşımda duran eğer transzendental bir bilgi ise, bu bilgi, üzerine konuştuğum nesnenin, ögenin ya 1. a priori kökenini serecek ya da 2. a priori kullanımını (Gebrauch) serecek. Nitekim Anlama Yetisinin içerisine baktığımızda, buradaki kavramların nesnelere a priori “gittiğini” (bağlandığını) söylemek gerekiyor.

Metinden devam edelim: “İmdi Görü ve Kavramlar bizim tüm bilgimizin ögelerini oluşturur.” (A 50 | B 74) Yani deneyimden hareketle kurduğumuz bilginin ögelerini oluşturur. Görü (Anschauung) Duyumsama Yetisinin (Sinnlichkeit) ürünü; Kavramlar (Begriffe) ise Anlama Yetisinin içerisindeki tasarımlar. Bunlar bizim tüm bilgimizin ögelerini oluşturuyor. “…öyle ki ne kavrama belli bir tarzda karşılık gelen görü olmadan, ne de kavramlar olmadan Görü ile bir bilgi verilebilir.” (ibid.) Bilgi (Erkenntnis) için sadece Duyumsama ya da sadece Anlama Yetisi yeterli değil. “Kavramlara belli bir tarzda karşılık gelen görü” yani çok belli bir kavramın altında çok belli bir görü düşünülmekte. Herhangi bir kavramın altına herhangi bir görü ya da görünüş getirilmiyor. Bu “altına getirme” (Subsumtion) bir kurala göre olup bitiyor. Aynı zamanda, kavramlar olmadan, salt görü ile bilgi ortaya koyulamaz. Salt görü ile, tasarımların kurulması ile bilgi (Erkenntnis) oluşmaz. Demek ki hem görünün hem kavramın ve dolayısıyla hem Duyumsamanın hem de Anlama Yetisinin, bilginin kurulmasında çok temel bir rolü var. Kant Kavramlar ve Görüler ile ilgili olarak şunu ekliyor: “Bunların her ikisi de ya saftır da empiriktir; içinde duyum (Empfindung) varsa empiriktir ama tasarıma duyum karışmamışsa saftır.” Biz de geçtiğimiz derslerde “saf Görüler” olan Uzay (Raum) ve Zamandan (Zeit); empirik görüler olan Görünüşlerden (Erscheinungen) söz ettiydik. Zihnin içerisinde herhangi bir şeyin empirik olup olmadığını yakalamak için duyumun (Empfindung) izini sürmek, onu takip etmek yeterli. Bir şeyin içerisinde duyum karışmışsa hatta dolaylı bir tarzda karışmışsa bile o şey empiriktir. Kavramlar da -tıpkı görüler gibi- hem saf hem de empirik olabilir. Burada (Transzendental Mantık içerisinde) bizi ilgilendiren, Anlama Yetisinin saf kısmı. Anlama Yetisi, kavramlar denilen tasarımları ortaya koyabilen bir yeti ise ve bizi ilgilendiren şey de Anlama Yetisinin saf kısmı ise, o halde Transzendental Mantık içerisinde bizi ilgilendiren şey empirik değil saf kavramlardır. Ama genel olarak Anlama Yetisinden bahsettiğimde, bunun içerisinde saf kavramların ve empirik kavramların olduğunu söylemek gerekiyor. Anlama Yetisi bir kez çalışmaya başladığında yani in concreto pek çok empirik kavram kurulmakta. Örneğin “arı” kavramı ya da “masa” kavramı. Bunlar içerisinde kural barındıran empirik tasarımlar yani notio‘lardır.

Kant bize burada duyumun, “nesnenin asıl buradalığını varsayan bir şey” olduğunu söylüyor. Ne ki bunun ne demeye geldiğini metnin ileriki kısımlarında bize açacak. Burada kısaca ele alalım: Tasarımlarımız içerisinde duyum (Empfindung) dediğimiz şey, bizim “gerçek olan” (das Reale) dediğimiz şeydir. Örneğin şu belli sertlik, soğukluk ya da şu belli ses. Kant’a göre şu, elimi yaktığını yakaladığım sıcak olan ya da dokunduğumda yumuşak diye duyumsadığım şey “gerçek”. Gerçek (das Reale) dediğim şey zaten bu. Bütün bu içeriği yani duyum (Empfindung) olarak içeriği ele aldığımızda biz zaten “gerçek olan”a işaret ediyoruz.

“Tasarıma hiç duyumsama karışmamışsa saftır…” Genel olarak kullanılan ifade “tasarım” (Vorstellung). Nitekim hem görü hem kavram tasarımdır. Görülere de kavramlara da, eğer bunlara duyum karışmamışsa “saf” (rein) diyoruz. “…beriki duyumsamaya ilişkin bilginin içeriği (Materie) olarak adlandırılabilir.” Beriki dediği nedir? Duyumsama Yetisinin (Sinnkichkeit) ortaya koyduğu duyum, duyumsamaya ilişkin ya da duyumsama ile birlikte giden bilginin içeriğidir (materie). Kant, Materie (içerik) ve form (kalıp) ikilisini sıklıkla kullanıyor, ne ki bu kullanım Ortaçağca bir kullanım olarak kalmakta. Materie ve Form ya da Latince karşılıkları ile materia ve forma (Heidegger’in de Ursprung des Kunstwerkes adlı yapıtında bahsettiği gibi) Aristoteles’in hyle‘sinin ve eidos‘unun yalınkat ve upuygun karşılığı değildir. Bunlar Ortaçağ içerisinde (ve daha sonra) bu kavramların hakiki içeriğinin bunlardan ayıklanarak kullanılmasıdır.

“Dolayısıyla saf görü sadece, kendisinin altında bir şeye bakılan kalıbı içerir. Saf görü yani uzay ile zaman altında biz duyuma bakıyoruz. Uzay ve Zaman birer Anschauung yani birer “görmelik” (görme kalıbı). Biz bunlar aracılığıyla ve bunlara göre görüyoruz. Metinden devam edelim: “…saf kavram ise sadece genel olarak bir nesnenin düşünülmesinin kalıbını [içerir].” (B 75 | A 51) Yani saf kavram bir kalıp ve bir nesneyi onun aracılığıyla düşündüğüm bir kalıp. “Yalnızca saf Görüler ya da Kavramlar a priori olanaklıdır, empirik olanlar (Görüler ve Kavramlar) ise a posteriori olanaklıdır.” (ibid.) “Herhangi bir tarzda etkilendiği sürece, tasarımlar alma olarak bizim zihnimizin Alımını (Rezeptivität), Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit); buna karşıt olarak kendi başına tasarımlar üretme ya da bilginin kendiliğindenliği olanağını Anlama Yetisi (Verstand) olarak adlandırmak istiyoruz.” (ibid.) Kant burada bize Anlama Yetisinin ve Duyumsama Yetisinin ne olduğunu genel olarak söylemekte. Duyumsama Yetisinin ne olduğuna ilişkin ayrıntılı bir soruşturma Transzendental Estetik kısmında zaten yapıldıydı. Burada başka bir sapasağlam bilgi alanı karşımıza çıkıyor. Nedir bu? Yanıt: A priori düşünmenin ilkelerini, kökenini, kaynağını, sınırlarını sorgulayan ve bunun objektive Gültigkeit‘ını (nesnede geçerliliğini) sorgulayan bir Wissenschaft (sapasağlam bilgi alanı) yani “Transzendental Mantık”. Dolayısıyla biz Transzendental Mantık idesine baktığımızda bu sayılanları görmekteyiz. Transzendental Mantık idesi ne demek? Eğer biz ideden bahsediyorsak, Akıl (Vernunft) denilen yetinin alanına girmişizdir. Nitekim ide denilen tasarımlar, Aklın çok özel ve kendine özgü tasarımlarıdır. Transzendental Mantık idesi ise Aklın soruşturmaya yaparken ortaya koyduğu bir idedir. Akıl (Vernunft) burada parçalama ve bölme işlemlerinden (Analyseis) hareketle öyle bir Wissenschaft (sapasağlam bilgi alanı) tasarlıyor ki bu bilgi alanının içerisinde, nesneleri tamamen a priori düşünmenin kaynağında ne var, nası oluyor da zihin böyle bir şeye olanak veriyor, bu soruşturuluyor. Nesneleri tamamen a priori düşünmek ne demek? Bunun temelinde ne var? Sınırı ne? Nesneleri tamamen a priori düşündüğümüzü nasıl gösterebiliriz? Dahası, bu nesne dediğim şey bana Duyumsama Yetisinin verdiği bir tasarımsa, nasıl oluyor da ben Anlama Yetisi içerisinde bulunan düşünme kalıpları ile, nesneleri a priori düşünebiliyorum? Benim Anlama Yetimin içerisinde a priori kurulan kavramlar, Duyumsama Yetisinin içerisinde kurulan tasarımlar olarak nesneleri a priori düşünmeye yarıyor. Tekrar ifade edelim: Nasıl oluyor da, nesneleri tamamen a priori düşünürken, bu düşünme kalıplarımız tasarımlar olarak nesnelerde geçerli olabiliyor? Yani düşünme kalıplarımın objektive Gültigkeit‘ı (nesneye ilişkin geçerliliği) nedir? (Objektive burada “nesnel” demeye gelmiyor. Objektiv “nesneye ilişkin” ve Subjektiv “özneye ilişkin” demek.) Eğer benim düşünme kalıplarım nesnede geçerli değilse, bu durumda en temek bilgiyi yani empirik bilgiyi ve bu bilgi ile birlikte giden önermeleri kurmak benim için mümkün olamaz. Düşünmenin salt ilkelerini soruşturan ve önüne gelen pek çok Verstand ya da Vernunft kullanımına analysis yapan Genel Mantık’tan farklı biçimde, Transzendental Mantık, nesneleri tamamen a priori bilmenin sınırına, kökenine bakıyor. Zihnin içerisinde böyle bir olanaklılığımız var mı? Var ise kaynağı nedir? Nesneleri tamamen a priori düşünmek için benim işime yarayacak kimi şeyler var. Transzendental Mantık’ta ben düşünmenin kökenine bakacağım, düşünmek (denken) denilen actus nereden çıkıyor? Dahası bu salt düşünme ile ben ne türden tasarımlar ortaya koyabiliyorum ya da kurabiliyorum? Nitekim benim en temel düşünmem, Kant’a göre, 12 tane Kategoriye göre olup bitiyor. O halde şu sorulmalı: Salt düşünmeyi Kategorilere dönüştüren nedir? Kavramlar -saf olsun, empirik olsun- içerikleri bakımından her zaman synthetiktir. Kategoriler de birer [saf] kavramdır. Dolayısıyla Kategorilerin nasıl kurulduğunun serilmesi gerek. Nitekim Kategoriler, düşünme kalıpları; bunların içerinde “düşünmek” (denken) olanağı var. Anlama Yetisi (Verstand) düşünmeye yarayan bir yeti ve bunun arkasında da bir actus olarak saf bir denken (düşünme) var. Bu actus nereden çıkıyor ve nasıl oluyor da bu kuralları düşünmeye yani kategorilere dönüşüyor? Nasıl oluyor da belli kurallara göre düşünmek söz konusu olabiliyor? Dahası nesneleri tamamen a priori düşünmek nasıl olabilir? Nesneler, ilkin, Duyumsama Yetisi aracılığıyla kurduğumuz tasarımlar yani bunlar birer Repraesentatio. Nesneyi kurduğumuzda biz empirik görüleri ya da başkaca ifade edildikte Görünüşleri (Erscheinungen) kurmuş oluyoruz. Görünüşlerin hem saf hem de empirik bir kısmı var. Ne ki bir şeyin içerisine empirik bir şey karıştığında -içerisinde saf ögeler olsa bile- o şey artık empirik diye adlandırılmakta. Kategoriler ile nesneleri saf düşünmemizin bir olanağı var. Transzendental Estetik’in ortaya koyduğu iki datum uzay ve zaman idi. Uzay ve Zaman Görünüşlerin içerisinde kendi başına değil bir çokkatlılık (Mannigfaltigkeit) olarak bulunmakta. Kurgulama/imgeleme yetisi (Einbildungskraft) uzay ile zamanı duyum ile birleştirdiğinde (bir synthesis yaptığında) uzay duyum ile kalıplandığında, bu synthesis‘in bir çıktısı olarak ben karşımda (Görünüşlerin içerisinde) uzayın kendisini değil uzayın çokkatlılığını (das Mannigfaltige) ve uzaydan ötürü diye düşünülen birtakım ilişkileri (Verhältnisse) görüyorum. Uzayın çokkatlılığına örnek: Görünüşlerin içerisindeki biçimler (Gestalten). (Burada, Görünüşlerin içerisinde Zamanın da bir çokkatlılığı olduğunu ama bu çokkatlılığı ve bundan hareketle zihnin oluşturduğu kurgulamaların neler olduğunu yakalamanın güç olduğunu söylemekle yetinmeli.) Dolayısıyla bizim elimizde Transzendental Estetik’in bize verdiği ve Transzendental Mantık içerisinde kullanabileceğimiz iki datum var: uzay ve zaman. Transzendental Mantık, Genel Mantıkta olduğu gibi, düşünmeyi tüm içeriğinden sıyırmıyor ve sadece kalıba bakmıyor; düşünmenin kökenine bakarken, bir nesneyi a priori düşünmenin olanağını soruşturuyor. Burada yapılan iş empirik bir iş değildir ve temelde empirik bir şeyin üzerine basarak kotarılamaz. Bizde Anlama Yetisinin saf bir kısmı varsa, bu yeti saf düşünebiliyorsa, Duyumsama Yetisinin de saf bir kısmı varsa o halde Anlama Yetisinin bu saf kısmı, Duyumsama Yetisinin bu saf kısmı ile bir biçimde bağlanabilir. Burada Kant bize zihnin iç ve örtük bağlantılılığının nasıl olduğunu anlatmaya çalışacak. Eğer zihnin arka planında Anlama Yetisinin kökünün, Duyumsama Yetisi ile bir bağlantılılığı olmasaydı, Kategorilerin objektive Gültigkeit‘i (nesnede geçerliliği) diyesim tasarımlar olarak Görülerde hiçbir geçerliliği olmayacaktı. Kategorilerin objektive Gültigkeit‘i bunların Duyumsama Yetsinin kurduğu tasarımlar üzerinde kullanılabilmesi olanağına işaret etmekte. Bu olanak zihnin kendi iç bağlantılılığından ötürüdür. Zihin, kendi düşünmek olanağı ile Duyumsama Yetisinin -kurgulama yetisinin yardımı ile- Görünüşlerin içerisine yerleştirdiği kimi çokkatlılıkları düşünür. O halde nesneleri tamamen a priori düşünmenin kökünde ne var diye sormuştuk. Bunun yanıtı şu: Ich denke/Cogito/Düşünüyorum actus‘u ve Kategoriler. Bu türden bir düşünmenin diyesim nesneleri a priori düşünmenin bir sınırının da olması gerekiyor yani bu düşünme sadece deneyimin nesneleri söz konusu olduğunda geçerli olabilecek bir düşünme. O halde nesneleri tamamen a priori düşünmenin sınırı, benim Duyumsama Yetimin ortaya koyduğu nesneler ile çizilebilir. Nasıl oluyor da benim Anlama Yetimin bir düşünme kalıbı, bir empirik Görüde geçerli olabiliyor? Her an, her uğrakta, Anlama Yetisinin bir ya da birden çok kalıbı, kendisi altına getirilen bir görüyü/görünüşü düşünebiliyor. Peki buradaki bağlantının kaynağı nedir? Anlama Yetisi, hangi kalıbın altına hangi Görünüşü getireceğini nereden çıkartacak? Yoksa burada başka bir yetiden yardım mı almakta? Nasıl oluyor da Anlama Yetimizde Duyumsama Yetimize uygun, onun düşünebileceği tasarımlar var? Bunların açık kılınması lazım.

Genel Mantık – Özel Mantık

Genel olarak Mantık, Anlama Yetisinin kurallarına ilişkin sapasağlam bir bilgi alanı olarak belirlendi. Ne ki Kant’ın yapmak istediği şey Genel saf Mantık değil, Transzendental ve saf bir Mantık. Bunların dışında “Uygulamalı Mantık” ve “Özel Mantık”tan da bahsetmek gerekiyor, nitekim Kant Mantığa ilişkin yaptığı ayırımlar arasında bunlardan da söz etmekte (B 76 | A 52). Kant, Mantığı ikiye ayırırken bunu şu şekilde yapmıştı: Genel Mantık ve Özel Mantık (krş. yukarıdaki tablo). Genel Mantık Anlama Yetisinin genel kullanımına ilişkin, düşünmenin ilkelerini soruşturan bir bilgi alanı olarak belirlendiydi. Özel Mantık ise belli nesnelere giden, çok belli nesnelere ilişkin kurallar bütününün serilmesidir. Genel Mantıkta biz nesne ayırımı yapmıyoruz: düşünmenin kuralları herhangi bir nesneye uygulanabilir. Özel Mantık bir organon‘dur, Genel Mantık ise bir canon‘dur (ibid.). Beriki şu demeye geliyor: Aklın (Vernunft) ve Anlama Yetisinin (Verstand) önermelerini ortaya koyarken ona bağlı olduğu ilkeleri tamamı. Genel Mantık hiçbir zaman bir organon olarak ele alınmamalıdır, eğer alınırsa bu aklın yanlış bir çıkarımına işaret eder (Dialektik). Organon olan Özel Mantık ise, herhangi bir bilgi alanının o bilgi alanına özgü nesnelerden hareketle ortaya koyduğu, o bilgi alanına ilişkin kurallar bütünüdür. Bunlar okullarda belli bilgi alanlarına ilişkin bir bilgi alanını tanıtmak için bir “ön bilgi” olarak verilmektedir. Bu türden (farklı nesnelere bakan) bilgi alanlarının kurulmasında bunların organon‘u olarak Özel Mantık, bu bilgi alanları bir kere oluşturuldukta, en son iş olarak kurulur. Bir bilgi alanı kurulduktan ve o bilgi alanına özgü nesnenin özellikleri ele geçirildikten sonra, bu bilgi alanının kuralları teker teker ve toparlı biçimde serilebilir ve böylece başka kişilere aktarılabilir. Dolayısıyla Özel Mantık bir araçtır, bir organon‘dur; genel olarak her türden nesneyi düşünmenin kuralını bize vermez diyesim bir canon değildir. Bir Mantık’ın (=düşünme kurallarının) canon olabilmesi için ayırım yapmadan her türden nesnede geçerli olması gerekir. O halde Özel Mantık farklı bilgi alanlarına (Wissenschaften) ilişkin bir ön-bilgi alanı. Bu türden Mantık üzerine Kant daha fazla ayrıntılı konuşmuyor, onu yalnızca Genel Mantıktan ayırıyor ve sınırını çiziyor, nitekim Özel Mantık onun soruşturmasındaki özel bir derde işaret emiyor.

Uygulamalı Mantık

Özel Mantık ile Genel Mantığı birbirlerinden ayırdıktan sonra, Genel Mantığı da ikiye ayırıyor Kant. Düşünmenin zorunlu kurallarını içeren Genel Mantık da pura (saf) ve applicata (uygulamalı) olarak ikiye ayrılıyor. Saf Mantıktan söz ettiydik: o, düşünmenin zorunlu kurallarını genel olarak tüm nesneler bakımından sermeye çalışıyor; “yüksek” a priori ilkeler ortaya koymaya çalışıyor. Ne ki onun bilginin ve düşünmenin kökenine ilişkin bir soruşturması yok. Saf Genel Mantık, Anlama Yetisinin ve Aklın onlara göre işleyeceği kimi ilkeleri sermeğe çalışıyor. Bu kuralları çıkartma işi Anlama Yetisinin ya da Aklın herhangi bir işleyişinden hareketle olabilir. Burada yapacağımız şey şu: empirik olanı ayıklamak.

Uygulamalı Mantık ise Saf Genel Mantıktan farklı olarak “Empirik Psikoloji”nin yaptığı işe işaret etmekte. Uygulamalı Mantık, zihin belli durumlarda bir kere işlemeğe başladığında diyesim Anlama Yetisi, Akıl ve öteki yetiler çalışmağa başladığında (in concreto: uygulamada), Genel Mantığın ortaya koyduğu düşünmenin kuralları ve ilkelerine göre zihnin nasıl işliyor, tek tek durumlarda zihinde ne oluyor, ne açığa çıkıyor; hangi koşullarda zihinde hangi yapılar açığa çıkıyor, buna bakıyor. Dolayısıyla Uygulamalı Mantık, empirik ilkeler ortaya koymakta, Saf ve Genel Mantık ise a priori ilkeler ortaya koyuyor. Bu ikisinin ortak yanı nedir? Tam da şu: Uygulamalı Mantık da tıpkı Genel Mantık gibi belli bir tür nesneye ilişkin değildir; nesnenin türünden bağımsız olarak her nesne için geçerli olabilecek diye düşünülür. O şunları soruşturur: empirik, subjektiv (özneye ilişkin) koşullar söz konusu olduğunda, zihin bir kere işlemeye başladığında neler oluyor? Empirik olan zihinde kurulduğunda; isteme yetisi, kimi güdüler (Triebe) ya da yönelimler (Neigungen) devreye girdiğinde bunlar bizi çoklukla nereye götürüyor, hangi tasarım hangi tasarımla birlikte gidiyor (krş. Aristoteles’in “hos epi to poly“sü)? Burada empirik olandan hareketle genel önermeler ortaya koyulur ve burada sıkı bir zorunluluk yoktur. İşte Genel ama applicata (uygulamalı) bir Mantık bu şekilde iş görüyor.

“Transzendental” Neye Denir?

Kant’ın “Transzendental” sözcüğünün kullanımına ilişkin B 81’de yaptığı uyarıyı yinelemek istiyorum: “Ne uzay ne de onun herhangi bir a priori geometrik belirlenimi…” yani ne uzay ne de ondan hareketle Görünüşlerin içerisinde kurduğumuz herhangi bir biçim (Gestalt) “transzendental bir tasarımdır.” O halde bizim yalınkat “uzay transzendentaldir” demeyi bırakmamız gerekiyor. Bu son derece problemli bir kullanım. “aksine yalnızca bu tasarımların…” yani uzayın, uzaydan hareketle kurulan tasarımların, hatta zamanın “hiçbir biçimde empirik bir kökeni olmadığı yollu bilgi transzendentaldir”. Bilgi transzendentaldir, ögenin kendisi değil. Demek ki transzendental 1. köken (Ursprung) ile ilgili; 2. a priori kullanım (Gebrauch) ile ilgili: “…bunların deneyimin nesnelerine nasıl a priori bağlanabildiğinin olanaklılığı transzendentaldir” (ibid.). Demek ki transzendental olan bir öge değil bir bilgi ve ben bu bilgi aracılığıyla bir tasarımın empirik değil de saf bir kökü olduğunu ya da a priori kullanıldığını gösteriyorum. Demek ki tasarımların kendileri değil, Mantık transzendental oluyor. Bu berikinde de düşünmelerin ilkeleri bunun kökeni ve kurulması bakımından, dahası a priori kullanımı bakımından soruşturuluyor. Nasıl oluyor nesneleri tamamen a priori düşünebiliyoruz?

Sinnlich/Sensible

Transzendental sözcüğünün bu son derece sıkı kullanımından sonra bir başka terminus‘tan diyesim sinnlich‘ten (İngilizce karşılığı ile “sensible”) söz etmek istiyorum. Kant şöyle diyor: “Bizim yapımıza bakıldıkta şunu söylemek mümkün: bizim doğamız/yapımız kendisi ile birlikte şunu getiriyor: Görü hiçbir zaman “sinnlich”ten başka bir şey olamaz.” (B 75 | A 51) Bizde intellektuell bir Görü yok; bizim Görümüz hep derivativus. Biz nesnelerden (şeylerin kendilerinden) nasıl etkileniyorsak buna göre intuitio/Anschauung/Görü kuruyoruz. Şeylerin kendilerinden etkilenmedikçe biz tasarıım kuramıyoruz, bundan ötürü Kant “tasarımların Alımı”ndan (Rezeptivität) söz ediyor. Biz eğer “kendiliğinden” tasarımlar kurabiliyor olsaydık bir Duyumsama Yetisine (Sinnlichkeit) ihtiyacımız olmazdı, düşüneceğimiz şeyi kendimiz, kendi düşünme yetimizle yani intellektuell olarak (Verstand‘a bağlı olarak) yaratabilirdik. Ne ki bunu yapmaya yetili değiliz. O yüzden de Duyumsama Yetisine ihtiyaç duyuyoruz. Buna karşın “Duyumsamaya özgü görünün nesnesini (Gegenstand) düşünme olanağı Anlama Yetisidir.” “Bu özelliklerden biri diğerine tercih edilebilir değildir” diyor Kant. Bunun altını çizmek gerekiyor. Anlama Yetisi (Verstand) yani düşünmek olanağı, Duyumsama Yetisi (Sinnlichkeit) yani görmek (anschauen) olanağı ile karşılaştırıldığında, önde gelen bir olanak/yeti olarak karşımıza çıkmamakta. Bir Filozofun “düşünmek” olanağını “duyumsamak” olanağına tercih etmemesinin nedeni haklılıkla sorulabilir. Ne ki Kant için temel dert “düşünmek” ya da “duyumsamak” değil, bilginin (Erkenntnis) kurulması. Dahası metinde yol aldıkça göreceğimiz üzere, burada başka bir yetinin yaptığı iş de bilginin kurulmasında temel bir rol oynamakta. Bizde kör (blind) iş gören, çalışmasının sıklıkla ayırdında olmadığımız ama Duyumsama Yetisi ile Anlama Yetisi arasında bir bağ kuran; aslında Duyumsama Yetisinin sınırları içerisinde olan ve görme (anschauen) ile ilgili bir iş gören bir yeti var: Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft/Imaginatio). Bu yeti bilmeye ilişkin çok temel şeyleri kotardığından ve dahası yaptığı iş görmek ile birlikte giden bir iş olduğundan, Kant Anlama Yetisini Duyumsama Yetisinden önde gelen bir yeti olarak belirleyememekte. Bizde düşünmenin üç ayrı modus‘u ve uğrağı var: 1) Anlama Yetisinin (Verstand) düşünmesi; 2) Yargıgücünün (Urteilskraft) düşünmesi; 3) Aklın (Vernunft) düşünmesi. Duyumsama Yetisi ise düşünemiyor ama görebiliyor. Duyumsama Yetisinin görme olanağı, Anlama Yetisinin düşünmek olanağından daha aşağıda ya da daha değersiz görülebilecek bir olanaklılık değildir. Burada o halde Kurgulama/İmgeleme Yetisinin (Einbildungskraft) bilginin kurulmasında yaptığı işe yani synthesis‘e bakmak gerekiyor. Bilgi (ister Platon, ister Aristoteles, ister Kant için söz konusu olsun) her zaman genele ilişkindir ve bilginin kurulabilmesi için, genele ilişkin olanın, kavramın, notio‘nun kurulması gerekir. Kavram ise birtakım şeylerin iç içe geçirilmesi, bir araya getirilmesi ile yani synthesis ile kurulur. Kurgulama Yetisi (Einbildungskraft) ise bizde synthesis yapabilen yani kimi şeyleri bağlayabilen, yan yana getirebilen, birleştirebilen biricik yeti olduğundan ve duyumsama yetisinin içeriğinden hareketle düşünmeye ilişkin kurgulamlar da yapabilen bir yeti olduğundan, salt “düşünmek” (denken), “görmek”i (anschauen) önceliyor ya da değer bakımından bundan önde geliyor diyemiyoruz.

Şu sıklıkla alıntılanan tümce ile devam edelim: “İçeriksiz düşünceler boştur ve kavramsız görüler kördür.” (B 75 | A 51) “İçerik düşünceler” Anlama Yetisinin içerisindeki saf kavramlar diyesim Kategorilerdir. Bunların içeriği (materie) Görünüşler ve Görülerdir. Görüler olmadığı zaman kavramlar boştur, bunlar düşünecek bir şey bulamaz ve ortaya bilgi koyamaz. “…görüler de, kavramlar olmaksızın kördür.” “Görüler kördür”? Görü kavram olmadığında kör oluyor çünkü kavramın içerisinde sadece ve sadece görüyü düşünmek olanağı yok, onun içinde aynı zamanda (ve örtük olarak) görüyü apprehendieren (yakalama/algılama) olanağı da var. Duyumsama Yetisi apprehensio yapabilen yani duyumsadığını duyumsayabilen, yakalayabilen bir yeti değil. Ne zaman ki düşünmek olanağı devreye giriyor, o zaman ben duyumsadığım şeyin ayırdına da varacağım. Nitekim duyumsadığım şeyi “düşünmek” demek 1) duyumsadığım şeyi duyumsadığım şey olarak belirlemek diyesim Subjekt ile Objekt arasındaki ayırımı çizmek demek; 2) duyumsadığım şeyin ayırdına varmak demek; 3) kendimin ayırdına varmam demek. Düşünme işin içerisinde girdiğinde “körlük” ortadan kalkıyor. Kendileri aracılığıyla nesneleri tasarımlar olarak kurduğum, görmeye yarayan Görüler kavramlar olmadan kördür. Ne zaman ki ben gördüğüm şeyi yani Görüyü bir apprehensio altına getiriyorum, o zaman ben artık kör olarak nitelendirilemeyecek bir duruma geliyorum.

“Kavramları duyumsamaya batırmak da tıpkı görüleri Anlama Yetisine getirmek kadar önemlidir.” (ibid.) “Duyumsama Yetisine batırmak” kavramları sinnlich kılmak, bunları duyumsama yetisinin içeriği ile ilişkilendirmek demeye geliyor. Dahası görüleri de Anlama Yetisi ile ilişkilendirmek yani verständlich kılmak gerekiyor. “Bu iki ayrı yeti ya da olanaklılık işlemlerini değiş-tokuş edemez. Anlama Yetisi herhangi bir şeyi görmemize izin vermez, duyular da hiçbir şeyi düşünmeye olanak vermez. Sadece ve sadece bunlar bir araya geldiklerinde bilgi ortaya çıkabilir.” (ibid.) Demek ki denken (düşünmek), anschauen‘dan (görmek) değer bakımından önde gelen bir şey değil. Bunun niçin böyle olduğunun yanıtı yukarıda açıklamağa çalıştığımız gibi, Kant’ın kendisine birden çok iş yüklediği Kurgulama Yetisi üzerinden verilebilir.

One reply on “Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi), Transzendental Mantık, Giriş I-II | § Ders 7”

Çok teşekkürler 🙂

________________________________
Gönderen: Königsberg Radyosu
Gönderildi: 31 Ekim 2020 Cumartesi 13:23
Kime: sezererdem@windowslive.com
Konu: [New post] Kant, KrV (Saf Aklın Eleştirisi), Transzendental Mantık, Giriş I-II | § Ders 7

Levin Basut posted: ” Geçtiğimiz derste Transzendental Estetik’in son kısmı yani “Genel Belirlemeler” üzerine konuşmuştuk ve böylelikle belirli bir çerçeve içerisinde Transzendental Estetik’i bitirmiştik. Bu hafta, Transzendental Ögeler Öğretisinin ikinci kısmı olan Trans”

Liked by 1 person

Leave a comment